27 Ekim 2007 Cumartesi

BATI ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI

1850 yıllarından günümüze kadar sürer. Amacı, metod bakımından Batılı, öz ve ruh bakımından milli bir edebiyat yaratmaktır. Türk toplumundaki esaslı değişmeleri , fikir ve yenilik hareketlerini yansıtır. Üç döneme ayrılır. :
s1.Tanzimat Edebiyatı :1860’ta tercüman-ı ahval gazetesinin yayımlanmasıyla başlar, 1896’ya kadar sürer. Sarsıntılar geçiren Osmanlı İmp.u durumunu kurtarmak için, ordudan başlayarak ıslahat ve devrim hareketlerine girişiyordu . 3. Selim , 2. Mahmut , Abdülmecit dönemleri böyle geçmiştir.
Bu ortamda Batıcı ve yenilikçi olan şair ve yazarlar, sanatlarını toplum için kullandılar. Fransız kültürüyle kültürüyle yetişmiş ,romantik ve ülkücüydüler. Divan şiirini yıkmaya çalıştılar. Çok yönlüydüler: şair,romancı,tiyatro yazarı...vb. Sanattan çok,fikir ve ülkü peşindedirler; zulme,haksızlığa karşı savaş açarlar. Vatan ,millet,hürriyet,adalet,meşrutiyet kavramlarını heyecanla savunurlar. Daha geniş kitlelere seslenebilmek için ,dilde sadelik yanlısıdırlar. Hemen hepsi politikacı ve mücadele adamıdırlar. Tanzimat ikinci döneminde realizimin etkisi görülür. Şiirde konu birliğini sağladılar. Aruzla yazdılar. Düzyazı dilini şiire uyguladılar. Roman,hikaye,makale gibi türler,edebiyatımıza bu dönemde girdi. İlk tanzimatçılar ,Divan şiirinin nazım biçimlerini kullandılar.
1.Dönemin Önemli Temsilcileri:

Şinasi:Gazeteci ,şair ve yazardır. Tercüman-Ahval(1860),Tavir-i Efkar (1862) gazetelerini çıkardı. Fikir adamıdır. Eserleri:Şair Evlenmesi(ilk tiyatro),Şiir çevirileri,Türk Atasözleri,Seçme Şiirler...
Namık Kemal:Gür sesli vatan şairi,dava ve sanat adamıdır. Zulme ve keyfi idareye başkaldırdı. Şiirlerinde vatan ,millet,hürriyet ...ülkülerini aşılamıştır.
Eserleri:Şiirler,Tiyatroları:Vatan Yahut Silistre,Gülnihal,Akif Bey,Kara Bela,Zavallı Çoçuk,Romanları :İntibah,Cezmi,Biyografileri:Dev-i İstila ,Kanişe,Eleştiri:Tahrib-i Harabat,Takip.

Ziya Paşa: Tanzimatçılar içinde eskiye en fazla bağlı kalanlardandır. Şiirlerinde öğütler, felsefi temalar görülür.
Eserleri : Divan, Terkib-i Bend, Zafername(hiciv), Harabat(şiir antolojisi), Veraset Mektupları(Makale).

Ahmet Mithat Efendi:İlgi çekici, eğlendirici roman ve hikayeler yazdı. Eserleri 200’ün üzerindedir, halkı aydınlatmıştır. Dili sadedir.
Eserleri: Letaif-i Rivayet(28 hikaye) , Romanları: Hasan Mellah, Felatun Beyle Rakım Efendi, Henüz 17 Yaşında, Yeniçeriler, Karnaval...

Ahmet Vefik Paşa: Milliyetçilik ve Türkçülük akımlarının ilk büyük temsilicisidir. Moliere komedilerinden yaptığı 16 çeviri ve uyarlamayla, Türk tiyatrosuna önemli hizmetler etti.
Eserleri: Lehçe-i Osmani, Şecere-i Türk, Moliere’den Zor Nikah, Meraki, Azarya, Zoraki Takip...

2.Dönemin Önemli Temsilcileri:

Recaizade Mahmut Ekrem : Edebiyat kuramcısı ve şiir eleştirmenidir. Romancı ve şairdir.
Eserleri:Araba Sevdası(ilk gerçekçi roman), Çok Bilen Çok Yanılır(tiyatro) Zemzeme I-II-III(şiir)...
Samipaşazade Sezai: Roman ve hikayecidir. Gündelik, gerçekçi hayatı vermiştir.
Eserleri: Sergüzeşt, Küçük Şeyler(ilk edebi romandır).

Şemsettin Sami: Türk edebiyatında ilk romanı yazdı. Taaşşuk-i Tal’at ve Fitnat .Sözlük ve ansiklopedi çalışmaları yaptı . Orhun yazıtlarını Türkçe’ye çevirdi.
Eserleri : Kemusül Alam , Kamus-i Türki , çeviri: Sefiller.

2- Servet-i Fünun Edebiyatı:

Servet-i Fünun edebiyat dergisinin çıkışı (1896) ve kapanışı (1901) arasında sürdü. II. Abdülhamit’in hiçbir özgürlük tanımayan yönetimi nedeniyle, sosyal konulara eğilememişlerdir; “Sanat için Sanat” ilkesine bağlı kalmışlardır. Süslü, seçkin insanların zevklerini okşayan bir üslupları vardır.
Bilhassa Fransız edebiyatında , çağdışı olan Sembolizm, Parnasizm’le ilgilenmişlerdir. Osmanlı İmp.’nun çöküntüsü, halkın cahilliği, ümitsizlik, baskı, sansür ve sürgünler yüzünden ; içe dönük yılgın ve hasta bir edebiyat olmuştur.
Bu dönemde kuralsız nazım biçimleri benimsenmiştir. Ayrıca Batı’dan sone ve terzarime gibi nazım biçimleri getirilmiştir. Ölçü aruzdur.
Bu edebiyatta roman ve hikaye, şiirden daha güçlüdür. Olayların çevresi İstanbul’dur. Fransız realist ve natüralistleri örnek tutulmuştur.
Konu bütünlüğüne önem verilmiştir. Bazen bir cümle üç-beş dizeye yayılarak, nazım nesre yakınlaştırılmıştır. Temalar , hayal-hakikat çarpışmasıdır; maddilik-manevilik çekişmesi , yalnızlık , tabiata ve sessizliğe sığınmak, “hüzün ve acıdır”.

Önemli Temsilcileri

Tevfik Fikret:Bireyci duyguları ,tabiatı , yaşanmış hayat sahnelerini işleyen romantik-lirik şiirler yazdı.1901’den sonra sosyal şiirler yazarak didaktik-lirik oldu. Nazmı nesre yaklaştırdı.
Eserleri:Rübab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri Şermin.

Cenap Şehabettin : Yeniliklerde öncüdür. Parnasizmden biçim güzelliği Sembolizmden kapalı şiir zevkini aldı.
Eserleri : evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh.

Halit Ziya Uşaklıgil : Türk edebiyatının ilk büyük romancısıdır. Romanlarının konusu çoğunlukla aydın, zengin çevreden seçilmiştir. Hikayelerinde halk tabakalarına inmiştir.
Eserleri: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, Hikaye:İhtiyar Dost, Kadın Peçesi...

3- 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı:

20.y.y. Türk edebiyatını hazırlayan etmenler : Bazı devletlerin Osmanlı Devletini yıkmaya çalışmaları , İkinci Meşrutiyet, 31 Mart Olayı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskıcı yönetimi, Balkanlarda, Yemen ve Arnavutluk’ta çıkan isyanlar, yeni devletimizin kurulmasıdır.






Başlıca Bölümleri:

a) Fecr-i Ati Edebiyatı :

(1909) Servet-i Fünun’dan sonra Batı’yla dil, edebiyat ,bilim alanlarında sıkı bağlar kuracaklarını ileri sürdüler ; fakat pek bir şey yapamadılar. En büyük temsilcisi, Fransız sembolizmini benimseyen Ahmet Haşim’dir.
Ahmet Haşim: Bireyci öz şiirin ustalarındandır. Ona göre şiirin dili, anlaşılmak için değil, duyulmak içindir. Kapalı şiirler yazdı.
Eserleri: Şiir:Göl Saatleri, Piyale, Düzyazı: Bize göre, Frankfurt Seyahatnamesi, Gurabahane-i Laklakan.

b) Milli Edebiyat Akımı:

(1910-1923):Ömer Seyfettin , Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem’in Genç Kalemler dergisindeki bildirileri, akımın başlangıcıdır.
Milli konulara, toplum ve yurt sorunlarına eğilmişlerdir. Sade ve süssüz Türkçe’yle yazdılar. Konuşulan Türkçe’yi yazı dili haline soktular. Hikaye ve romanlarda olaylar, İstanbul dışına çıkartıldı. Şiirde hece ölçüsü ve koşma biçimi kullanıldı.

Önemli Temsilcileri:
Öncüleri :

Mehmet Emin Yurdakul :Yurdumuzun acı gerçeklerini şiirimize ilk defa yansıtmıştır. Türkiye milliyetçiliğini savunur.
Eserleri: Türkçe Şiirler, Türk Sazı...

Ziya Gökalp: Türk halkının folklor ve tarihini yazdı, araştırdı. Sade bir dille toplumsal amaçlı şiirler yazdı.
Eserleri : Düzyazı : Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak ,Türkçülüğün Esasları,Şiir: Kızılelma, Altın Işık.

Ömer Seyfettin :Bizde Maupassant tarzı hikayenin klasik değeri sayılır. Konuları çoçukluğundan, Türk savaş tarihinden, Anadolu efsanelerinden ...almıştır. Tasvir ve tahlile değil, olaya önem verir. Türkçülüğü savundu. Sade yazmıştır.
Eserleri: Bomba, Beyaz Lale, Yalnız Efe...

Diğer Şair ve Yazarlar:

Mehmet Akif Ersoy,Yahya Kemal Beyatlı, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay , Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay.

Beş Hececiler:

Milli Edebiyat döneminde beş şair, hece ölçüsünü kuvvetle benimsediler. Şiirimize katıksız Türkçe’nin yerleşmesinde önemli rol oynadılar. Bunlar : Faruk N. Çamlıbel , Yusuf Z.Ortaç O.S. Orhan, E.B. Koryürek, H.F. Ozansoy.’dur.

c) Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı (1923-1940) :

Bu dönemde tam anlamıyla yerli ve sade bir dil kullanıldı. Konuşma ve yazı dilini birleştirdiler. Hece ölçüsünün sesini gizleyerek, iç ahenge yöneldiler.


Önemli Temsilcileri:

Ahmet Kutsi Tecer: Anadolu halk motiflerini işlediği duygulu ve memleketçi şiirleriyle tanındı.
Eserleri : Şiirler, Köşebaşı(tiyatro)

Ahmet Hamdi Tanpınar: sembolizm havası içinde soyut şiirin ve psikolojik roman, hikaye türlerinin ustasıdır.
Eserleri: Şiirler, Hikaye: Abdullah Efendinin Rüyaları, Roman: Huzur, Deneme : Beş Şehir.

Ahmet Muhip Dranas: Baudolaire (Bodler) sembolizmini Türk halk şiiriyle kaynaştırdı.
Eserleri :Şiirler, Tiyatro: Gölgeler...

Cahit Sıtkı Tarancı : Yaşamanın ve aşkın güzelliğini, ölümün üstünlüğünü vurguladı. Bol ve güzel halk deyimleri kullandı.
Eserleri: Şiir:Otuz Beş Yaş , Düşten Güzel , Sonrası.

Yedi Meşaleciler: 1928’de Yedi Meşale adlı bir kitapta yedi sanatçı birleşti. Beş Hececilerin yaptıklarını geliştirerek, modern Türk şiirinin doğmasına ortam hazırladılar. Hissedilir bir değişiklik yapamadılar. Bunlar:S. E. Siyavuşgil , V. M. Kocatürk , Y. N. Nayır, C. K. Solok , Kenan Hulusi , Muammer Lütfi , Z. O. Saba’dır.

Ziya Osman Saba : Yedi Meşalecilerin şiire en sadık olanıdır. Çocukluk özlemi, anılara düşkünlük, kadere boyun eğiş... temalarını işledi.
Eserleri: Şiir: Sebil ve Güvercinler. Hikaye: Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi...

Cumhuriyet Döneminin Diğer Şairleri: Kemalettin Kamu, Ö. B. Uşaklı , Arif Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek .

Cumhuriyet Dönemi Yazarları:

Memduh Şevket Esendal:Tuhaf inançları, cahilliğin ve insan huylarının yarattığı sonuçları işler. Konuşur gibi sade ve içten yazdı. Yorumu okuyucuya bırakır.
Hikayeleri: Otlakçı, Bizim Nesibe... Roman : Ayaşlı ve Kiracıları.

Abdülhak Şinasi Hisar:İzlenimci roman yazdı. Tahlil ve düşünceye yer verdi. Üslubu süslüdür.
Eserleri: Fahim Bey ve Biz... Anı:Boğaziçi Mehtapları...

Peyami Sefa: Türk edebiyatında psikolojik roma türünün ustasıdır.
Eserleri : Dokuzuncu Hariciye Koğuşu , Matmazel Noralya’nın Koltuğu...

Sait Faik Abasıyanık: Konuşur gibi canlı bir İstanbul Türkçe’siyle yazdı. Hikayecidir, roman ve şiirleri de vardır. Orta ve alt tabaka insanlarının hayatlarını işledi. Bir anlık izlenimler, parça buçuk olaylar, Çehov tarzında kaleme alınmıştır.
Eserleri: Hikaye: Semaver, Son Kuşlar, Lüzumsuz Adam...Roman:Kayıp Aranıyor,Birtakım İnsanlar...Şiir: Şimdi Sevişmek Vakti.

d) 1940’tan Sonraki Yeni Türk Edebiyatı:

Bu dönemi yaratan etmenler: Köyden kente göç, tarımda makinalaşmanın yarattığı sorunlar, toprak kavgaları, işçi-patron çekişmeleri ... v.b.
Bu dönem şiirlerinde ölçü, kafiye yok sayıldı;serbest şiir egemen oldu. Roman da hikayede toplumcu gerçekçilik görüldü.
Bu Dönemde Başlıca Edebi Hareketler:

1) Garipçiler(1. Yeni ):
Onlara göre şiir, her yerde görülen basit şeyleri anlatmalıydı. Alaycı ve nükteciydiler. Aydınları bırakıp halka yöneldiler. Şiirde, ölçü, kafiye, bent gibi durumlar yok sayılmıştır. Serbest şiir egemen olmuştur.
Dil, sürekli bir özleşme ve arınma çabasındadır. Roman ve hikayede serim , düğüm, sonuç bölümleri umursanmamıştır. Şairaneliğe kaçmadan, mecazsız yazdılar. Soyut temalar yerine ekmek derdi, günlük şeyler şeyler işlendi. “ Konunun bayağısı yoktur, ancak işleyişte bayağılık vardır.” diye düşünürler.
En çok görülen temalar: yaşama sevinci, tabiat sevgisi, çocukluğa dönüş, ölüm, insan sevgisi, aşk.

Bu akımın Öncüleri:

Orhan Veli Kanık: Hareketin en güçlüsüdür. Bir ideolojiye bağlı değildir. Şiirlerinde İstaanbul sevgisi ağır basar, son şiirlerinde toplum hicvi görülür.
Eserleri: Şiir: Garip, Vazgeçemediğim, Destan Gibi , Yenisi ,Karşı, Çeviri ve Uyarlama:Lafonten Masalları , Nasrettin Hoca Hikayeleri.

Oktay Rıfat Horozcu: Her kitabında Garipçi,toplumcu, bireyci, gerçeküstücü oldu.
Eserleri: Şiir: Teknenin Ölümü...Tiyatro:Mikadonun Çöpleri...Roman :Gizli Emir...

2) İkinci Yeni Hareketi:

Orhan Veli’nin açtığı çığır, taklitçilerin elinde tükenmeye yüz tutmuş,yıpranmıştı. Tepki olarak gerçeküstücü, simgeci yol tutturuldu. Karamsar , toplumdan uzak bireyciydiler. Önemli temsilcileri: Turgut Uyar, Cemal Süreyya , Edip Cansever...

3)1940’tan Sonra Yeni Tür Edebiyatında Bağımsız Şairler:

Bedri Rahmi Eyüboğlu: Şiirlerinde halk türkü ve deyişleri fazla yer tutar.
Eserleri: Şiir:Karadut...

Fazıl Hüsnü Dağlarca: Kolay anlaşılmayan, anlamsızca yakın şiirler yazmıştır. İnsanın iç ve dış dünyasının çatışmalarını işler.
Eserleri: Şiir:Çocuk ve Allah , Toprak Ana ...Destanlar: Üç Şehitler Destanı, Yedi Memetler...

Behçet Necatigil: Şiirleri ev, aile , yakın çevre üçgeninde geçer ;içe dönük ve karamsardır.
Eserleri: Şiir: Eski Toprak, , Yaz dönemi...

Cahit Külebi: Yurt şiirlerinde , tabiatın yoksunluğuyla, insanın bahtsızlığını iç içe işledi. Eski halk deyişlerini kullandı.
Eserleri: Yeşeren Otlar, Yangın ...

Necati Cumalı: Kişisel temaları , gündelik hayat ve dünya durumlarını işledi. Mecazsız, duru bir anlatımı vardır.
Eserleri: Şiir: Yağmurlu Deniz...Hikaye: Değişik Gözle , Makedonya 1900...Roman : Susuz Yaz, Nalınlar...





4) 1940’tan Sonraki Türk Edebiyatında Roman ve Hikayede Sosyal (toplumsal)Gerçekçiler:
Bu akım ; bir meseleyi, bir derdi ortaya koyarak, topluma faydalı olmak istiyordu. İlk ürünleri, Anadolu köy romancılığıdır. Konuları: işçi-ırgat hayatı,sınıf çatışmaları,grev-lokavt gibi durumlar, toprak-su kavgaları...

Önemli Temsilcileri:

Kemal Tahir: Konularını cezaevi yaşantılarından , Kurtuluş Savaşı’ndan, eşkıya menkıbelerinden aldı. Gerçek bir Anadolu romanı oluşturdu.
Eserleri: Roman:Yorgun Savaşçı,Devlet Ana ...

Orhan Kemal: Hayatına girmiş yüzlerce kişinin kader ve direnişlerini yazdı. Sürükleyicilik,tabiilik, gerçeklik eserlerinin özelliğidir.
Eserleri :Roman: Murtaza, Hanımın Çiftliği...Tiyatro:72.Koğuş...

Yaşar Kemal: Genellikle Çukurova insanının hayat savaşlarını şiirli bir dille yazdı. Tezli romanı savunur. Folklor unsurları ve güçlü doğa tasvirleri görülür.
Eserleri: Roman:İnce Memet, Yer Demir Gök Bakır, Teneke...

Fakir Baykurt: İçinde doğup yetiştiği köylülerin hayatını yazmıştır.
Eserleri: Roman: Yılanların Öcü, Tırpan, Kara Ahmet Destanı...Hikaye: Can Parası.

5) Bağımsız Yazarlar:

Halikarnas Balıkçısı(Cevdet Şakir Kabaağaçlı): Konularını daima Ege ve Akdeniz kıyılarından çıkardı.; balıkçıları, sünger avcilarını...işledi.
Eserleri: Hikaye: Merhaba Akdeniz...Roman :Deniz Gurbetçileri..

Haldun Taner: Gücünü gözlem, mizah ve yergiden alan hikayeleriyle tanındı. Epik tiyatro türünde eserler verdi.
Eserleri: Hikaye: Şişhane’ye Yağmur yağıyordu, On İkiye Bir Var...Tiyatro:Keşanlı Ali Destanı, Sersem Kocanın Kurnaz Kocası...

Tarık Buğra: Tek adamın dengesiz, bazen alaycı, bazen acılı tedirginliğini ele alır.
Eserleri:Roman:Küçük Ağa , İbişin Rüyası...

Diğer Bağımsız Yazarlar:

Samet Ağaoğlu, Oktay Akbal, Selim İleri , Cengiz Dağcı, Füruzan, Orhan Pamuk.

6)Tiyatro:

Vedat Nedim Tör (kör), Turgut Özakman (duvarların ötesi, Sarı Pınar), Güngör Dilmen (Midas’ın Kulakları ) , Sermet Çağan (Ayak Bacak Fabrikası) , Cevat Fehmi Başkut (Paydos, Buzlar Çözülmeden, Harputta Bir Amerikalı)

Deneme ve Eleştiri:
Nurullah Ataç : Deneme, eleştiri yazdı. Çeviriler yaptı. Türkçe’nin özleşmesi için yılmadan savaştı. Yeni bir dil ve anlatım biçimi yarattı.
Eserleri:Günlerin Getirdiği, Okuruma Mektuplar...

Suut Kemal Yetkin: Edebiyatın çeşitli konularında özlü ve açık bir anlatımla yazdı.
Eserleri:Denemeler, Edebiyat Konuşmaları

SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI

SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI
Bu edebiyat Recaizade Mahmut Ekrem’in yol göstermesiyle, Servet-i Fünun dergisi etrafında toplanan gençler tarafından yürütülen bir harekettir. 1895 yılında Tevfik Fikret’in bu derginin yazı işleri müdürlüğüne getirilmesiyle başlar.
Bir diğer adı da Edebiyat-ı Cedide olan bu dönemin ana karakteri çağdaş Fransız edebiyatına benzer eserler vermektir. Örnek edindikleri Fransız sanatkarları ise Realist ve Naturalistlerdir. Aynı grubun şiirde yaptığı yenilikler Parnas ve Sembolist şairlerden izler taşır.
Servet-i Fünuncular kendilerinden öncekileri Avrupa’yı yeterince takip etmemekle, ilkel ve yetersiz olmakla suçlamışlardır. Divan edebiyatını çoğu kez bilmedikleri için, küçük görüyorlardı.
Servet-i Fünuncuların diğer önemli özellikleri ise çok az bir topluluğa seslenebilmeleridir. Gerek dil anlayışları, gerekse sanata bakışları onların bir salon edebiyatı oluşturmalarına neden olmuştur.
Bu dönemdeki edebiyat türlerini şu şekilde inceleyebiliriz:

ŞİİR
Bu dönemin şiir anlayışı Tanzimatçılardan bir hayli farklıdır. Özellikle Parnasizmin etkisiyle şiirde biçim mükemmelliğine büyük değer vermişler, sanat için sanat görüşüyle, şiiri ideolojik bir anlatım yolu olmaktan çıkarmışlardır. İlk kez, Batıdan alınan sone, terzarima gibi nazım biçimlerini kullanmışlardır.
Aruzu şiirin vazgeçilmez bir ahenk unsuru olarak görmüşler, çoğu kez bu vezni Divan şairlerinden daha iyi kullanmışlar, onu Türkçeye kolaylıkla uygulamışlardır.
Aruzu bir musiki kaynağı olarak gören Servet-i Fünuncular, özellikle serbest müstezat nazım şeklini geliştirmişlerdir.
Şiirde kişisel konuların yanında doğa betimlemelerine büyük yer verilmiş, sosyal konulardan uzak durulmuştur.

ROMAN VE HİKAYE
Servet-i Fünun’un en başarılı olduğu türlerden biri romandır. Batılı romanın kötü bir taklidi olan Tanzimat romanı, bu dönemin romanları yanında sönük kalır.
Realizmin etkisi altındaki Servet-i Fünun romanında konular hep İstanbul’da geçer. Bunda, sanatçıların yaşadıkları çevreyi esere yansıtmasının yani eserlerini belli gözlemler sonucunda yazmalarının büyük etkisi vardır. Ancak eserde yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmaları, eserlerin geniş halk topluluklarınca okunmasına engel olmuştur.
Hikaye alanında da önemli eserler verilmiştir. Anadolu’nun değişik yörelerinin de konu olduğu bu hikayelerde dil daha sadedir.

TİYATRO
Servet-i Fünuncuların hemen hiç başarılı bir eser vermedikleri tür tiyatrodur. Gerek dil anlayışları, gerek istedikleri sanatın icra edilebileceği bir tiyatro göremeyişleri onları bu dalda eser vermekten uzak tutmuştur.

•••

Servet-i Fünunda gelişmiş bir diğer tür ise eleştiridir. Özellikle Hüseyin Cahit siyasi yazılarıyla şimşekleri üzerine çekmiş hatta Fransızcadan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalesiyle Servet-i Fünun dergisinin kapanmasına ve Servet-i Fünun edebiyatının bitmesine neden olmuştur.
Şimdi Servet-i Fünun sanatçılarını görelim.

Tevfik FİKRET
Servet-i Fünun döneminin en güçlü şairidir. Parnasizmin etkisiyle yazdığı şiirlerinde kusursuz bir biçim görülür. Şiirlerinde ölçü, şekil, kafiye gibi ses unsurlarıyla oluşturulmuş bir musıki sezilir. İşlediği konuyu sözcüklerinin sesiyle hissettirir gibi yazar. Aruza öylesine hakimdir ki konuşur gibi yazdığı şiirlerinde kusursuz bir ölçü görülür. Şiiri düzyazıya yaklaştırmış, birkaç dize süren cümlelerden oluşan şiirler yazmıştır.
Servet-i Funun döneminde yazdığı şiirleri kişisel ve sanatlıdır. Bu dönemden sonraki şiirlerinde ise aşırı toplumcu bir şiir anlayışına dönmüştür.
Rübab-ı Şikeste adlı şiir kitabındaki şiirler Servet-i Fünun dergisindeyken yazdığı sanat için sanat görüşlü şiirlerdir. Önceki şiirlerinde Recaizade’nin, Abdülhak Hamit’in tesiri sezilen Fikret’in zamanla kendi üslubunu oluşturduğu görülür.
Haluk’un Defteri adlı kitabında ise oğlu Haluk’un kişiliğinde, istediği neslin özelliklerini, onlara verdiği öğütleri anlatmıştır. Buradaki şiirler sanat için sanat prensibinden toplum için sanata doğru yol aldığını gösterir.
Şiirleri sosyal de olsa Fikret, biçimdeki özeni, mükemmelliği kaybetmemiştir.
Rübabın Cevabı adlı şiir kitabı Fikret’in toplumcu ve vatancı şairliğinin olgun ve güçlü bir örneğidir. Vatanın kötü yöneticiler elinden çektiği sıkıntıları eleştirici bir üslupla anlattığı bu şiirlerde şairin bu durum karşısında umudunu yitirmediği görülür.
Şairin hayatının sonlarında yazdığı Şermin adlı şiir kitabı ise, hece ölçüsüyle söylenen şiirlerden oluşur. Bu şiirler çocuklar için söylenmiştir.

Cenap ŞEHABETTİN
Dönemin diğer büyük şairidir. Aslında doktor olan ve Fransa’ya da tıp ihtisası için giden şair, orada Fransız edebiyatıyla yakından ilgilenmiştir.
Şiirlerinde hem Parnasizmin hem Sembolizmin etkisi görülür. Sembolizmin musikisi, sözcüklerin ahengine verdiği değer onda da görülür. Parnasizmin ise doğa betimlemeleri, sözcüklerle tablo çizme sanatı yine onun şiirlerinde hissedilir. Elhan-ı Şita adlı, kış manzaralarını anlattığı şiirinde sözcükler okuyucuda karın yağışını hissettirir.
Serbest müstezat tarzını ilk ve en iyi kullanan Cenap’tır. Bazen de sone şeklinde yazdığı şiirlerinde çok cesur mecazlarıyla, eski dil kurallarını, söyleyiş mantığını hiçe sayan, tamamıyla Batılı bir söyleyişle yazmasıyla şiddetli eleştirilere uğramıştır.
En sıradan konuları şiir haline getirmek için, Servet-i Fünun diline yeni sözcükler katmış, Arap ve Fars sözlüklerinden yeni sözcükler seçmiş, ayrıca Fransızca sözcükleri de şiirlerinde kullanmıştır. Şiirlerinde geçen “saat-i semenfam”(yasemin renkli saatler) benzetmesi döneminde birçok tartışmalara neden olmuştur.
Şiirde güzellikten başka gaye aramadığını, güzel sanatlarda fayda aranmayacağını söyleyen şairin nesir alanında da önemli eserleri vardır. Nesir dili şiir dilinden daha sade olan sanatçı yazılarını nüktelerle, zarif bir dille, zengin bilgisiyle etkili hale getirmiştir.
Şiirlerini Evrak-ı Leyal adı altında toplayacağını söylemesine rağmen bunu sağlığında yapamamıştır.
Nesir alanındaki eserleri ise, Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları adlı seyahat yazıları, Evrak-ı Eyyam adlı değişik yazılardan oluşan eseri vardır. Ayrıca tiyatro denemeleri de yapan şairin bu türde pek başarılı olduğu söylenemez.
Cenap ayrıca beğendiği vecizeleri Tiryaki Sözler adı altında kitaplaştırarak bu alanda değerli bir derleme kitabı bırakmıştır.

Halit Ziya UŞAKLIGİL
Dönemin hikaye ve roman temsilcisidir. Eserleriyle sadece kendi döneminin değil sonraki nesillerin de örnek aldığı yazar, Türk romanına tamamen Batılı bir hava vermiştir. Kompozisyon açısından Türk edebiyatının en başarılı eserlerini veren yazar Batı’daki örneklerinden hiç de aşağı değildir.
Halit Ziya’nın dili oldukça ağırdır. Süslü, tamlamalarla dolu bu dilde sözle anlam arasında sıkı bir bağ kurulmuştur. Türk dilinin sadeleştiği dönemde yazar kendi eserlerini sadeleştirmiştir.
Halit Ziya’nın, Realist, Natüralist anlayışla yazdığı romanlarında kahramanlarını çevresinden seçtiği sezilir. Hatta bunların bir gözlem sonucunda oluşturulduğu görülür.
Hikayelerini romanlarına göre daha sade bir dille yazmıştır. Onları çoğu kez bir okuyuşta bitirilecek biçimde oluşturmuştur. Romanlarının konusunu hep İstanbul’dan seçen yazar, hikayelerinde Anadolu’yu da işlemiştir.
Yazarın ilk kitabı Sefile adını taşır. Hizmet gazetesinde yayınlanan bu eser kitap haline getirilmemiştir.
Halit Ziya’nın en başarılı romanları Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar Servet-i Fünun’da yayınlanmıştır.
Mai ve Siyah adlı romanında Ahmet Cemil adlı kahraman, sanat hayalleriyle yaşar fakat içinde bulunduğu çevrenin, özellikle Babıali’nin kırıcı olayları arasında tüm hayalleri yıkılır. Yazarın romanda Ahmet Cemil’e söylettiği sözler aslında Servet-i Fünun’un edebi anlayışıdır.
Sanatçının başyapıtı sayılan Aşk-ı Memnu romanı ise Boğaziçi yalılarındaki hayattan alınmıştır. Eserde alafranga yaşayışa özenen Bihter Hanım’ın kendinden yaşça büyük olan Adnan Bey’le evlenmesi, ancak Adnan Bey’in yeğeni olan Behlül adlı gençle birbirlerine aşık olmaları anlatılır. Züppe bir genç olan Behlül, Bihter Hanım’ı sonunda kandırır; ancak Adnan Bey’in kızı Nihal durumu fark ederek babasına bildirir. Adnan Bey’in durumu öğrendiğini anlayan Bihter kendini öldürür.
Eser ruh tahlilleri yönüyle oldukça gerçekçidir. Kahramanlar her yönüyle tanıtılmıştır. Diğerlerine göre daha sade bir dille yazılan Kırık Hayatlar romanında da yine bir aile dramı anlatılır.
Halit Ziya’nın büyük hikayeleri ise Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Bu muydu adlarını taşır.
Halit Ziya’nın diğer önemli eseri hayatının kırk yılını anlattığı ve adını da Kırk Yıl koyduğu anı eseridir. Bundan sonraki anılarını ise Saray ve Ötesi adlı eserde toplamıştır.

Mehmet RAUF
Servet-i Fünun’un ikinci büyük romancısıdır. Uzun süre Halit Ziya’nın etkisinde kalan yazarın dili daha sadedir. Tıpkı Halit Ziya gibi mensur şiirler, hikayeler, ruh tahlillerine önem verdiği romanlar yazmıştır. Onun hikaye ve romanlarında kendi hayatından önemli akisler vardır.
Yazarın en önemli eseri Eylül’dür. Basit bir aşk olayı etrafında dönen eserde aşkın güzelliği dile getirilir. Suat Hanım Kocası Süreyya’yı çok sever. Ancak kocası tarafından çoğu kez yalnız bırakılan kadınla, kocasının arkadaşı Necip arasında gizli bir aşk sürer gider. Eserin sonunda Suat Hanım ile Necip bir yangında yanarak ölürler.
Dil örgüsü bakımından zayıf olan eser, psikolojik tahlillerdeki derinliğiyle ilk psikolojik roman sayılmıştır.
Yazarın ayrıca Siyah İnciler adlı mensur şiir kitabı Genç Kız Kalbi, Ferda-yı Garam, Karanfil ve Yasemin adlı romanları vardır.
Bunlar dışında Cidal, Pençe, Yağmurdan Doluya adlı tiyatro eserleri de vardır.

Şimdi de Servet-i Fünun Edebiyatının özelliklerini maddeler halinde görelim:
1. Şiirde amacın güzellik olduğu, şiirin fikirleri yaymakta bir araç olarak kullanılamayacağı savunulmuştur; yani sanatın sanat için olduğu fikri hakimdir.
2. İlk kez, Batı’dan alınan sone, terzarima gibi nazım şekilleri kullanılmış, ayrıca serbest müstezat şekli geliştirilmiştir.
3. Tanzimatta görülen dilde sadeleşmeye yönelme tamamen terk edilmiş, aksine yeni duygu ve hayalleri karşılamak için Arapça ve Farsçadan yeni sözcükler alınmıştır.
4. Tanzimatçıların halk şiirine gösterdikleri ilgi tamamen unutulmuş, hatta halk şiirinin basitliğiyle alay edilmiştir.
5. Şiirde Parnasizm ve Sembolizm akımlarının tesiriyle, toplumsal konular terk edilmiş, kişisel, hatta çoğu zaman marazi duygular ele alınmıştır.
6. Nesir türlerinde büyük gelişmeler görülmüş, roman ve hikaye Batı tekniği seviyesine çıkarılmıştır.
7. Tiyatro ihmal edilmiş, birkaç deneme eserle geçiştirilmiştir.
8. Romanlarda Realizm akımının etkisi görülür. Romanların konuları hep İstanbul’da geçer, ancak birkaç hikayede Anadolu konu edilmiştir

AŞIK TARZI TÜRK HALK ŞİİRİ

AŞIK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
1- Koşma
2- Destan
3- Semai
4- Varsağı

KOŞMA: Halk edebiyatı nazım biçimleri içinde en çok sevilen ve kullanılan koşmadır. Hece ölçüsünün (6+5=11) ya da (4+4+3=11) duraklı kalıbıyla yazılır. Dört dizeli bentlerden oluşur. Dörtlük sayısı en az üçtür. Uyak düzeni birinci dörtlüğün dışında bütün dörtlüklerde aynıdır. Uyak düzeni genellikle şöyle olur: baba - ccca - ddda ...
İlk dörtlüğün uyak düzeni xaxa ya da bbba biçiminde olabilir.
Şair koşmanın son dörtlüğünde mahlasını söyler.
Hece ölçüsünün 7'li ve 8'li kalıplarıyla yazılmış koşmalar da vardır.
Koşmalar ezgiyle okunuşlarına göre çişitli adlar alır. Acem koşması, Kerem, Kesik kerem, Gevheri gibi...
Koşmalar genellikle lirik konularda yazılır. Aşk duyguları, üzüntüleri, acıları, sevgiliye kavuşma isteği, ayrılıktan yakınma, doğayla ilgili türlü duygu ve düşünceler hep koşma ile anlatılmıştır.
DESTAN: 4 dizeli bentlerden oluşur. Başka bir deyişle bentleri dörtlüktür. Halk şiirinde en uzum nazım biçimi destandır. Genellikle hece ölçüsünün 11'li kalıbıyla yazılır. 8'li kalıpla yazılan destanlar da vardır. Uyak düzeni şöyledir: baba - ccca - ddda...
İlk dörtlüğün uyak düzeni xaxa biçinde de olabilir.
Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler. Destanlar ezberlenmesi ve kolay hatırlanması düşüncesiyle genellikle zincirleme olarak yazılır.
SEMAİ: Halk şiirinde hece ölçüsüyle ve aruz ölçüsüyle yazılan iki türlü semai vardır. Hece ölçüsüyle yazılan semailer koşma tipine benzer. Uyak düzeni aynıdır. Yalnız aralarındaki ayrım dizelerinin hece sayısı bakımındandır. Semailer hece ölçüsünün 8'li kalıbıyla yazılır. Dörtlük sayısı 3 ila 5 arasında değişir.
Semailerde daha çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenir. Koşmaya göre, daha canlı ve kıvrak bir üslubu vardır. Semailerin de kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur.
VARSAĞI: Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir biçimdir. Semaiye benzer. Uyak düzeni aynıdır. Dörtlük sayısı genellikle 3 ila 5 arasında değişir. Hece ölçüsünün 8'li kalıbıyla yazılır. 11 heceli varsağılar da vardır. Semaiden daha değişik bir ezgiyle okunur.
Varsağılar, yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. Bu da varsağı içinde "behey", "bre", "hey" ... gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan'dır.



AŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
1- Güzelleme
2- Taşlama
3- Koçaklama
4- Ağıt

GÜZELLEME: Doğa güzelliklerini anlatmak ya da kadın, at gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir.
TAŞLAMA: Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
KOÇAKLAMA: Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve döğüşleri anlatan şiirlerdir. Halk şiirinde en güzel koçaklamalar Köroğlu'nundur.
AĞIT: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir

HALK EDEBİYATI

HALK EDEBİYATI

ANADOLU TÜRK EDEBİYATI

Türklerin Anadolu’ya gelmeden önceki edebiyatları iki gruba ayrılmıştı. Arapçayı ve Farsçayı çok iyi bilen aydınların oluşturduğu “Yüksek Zümre Edebiyatı” ve İslam öncesinden gelen sözlü bir “Halk Edebiyatı.”
Anadolu’ya göç eden Türkler arasında aynı ayrım devam etti. Medrese eğitimi gören aydın kesim Arap ve Fars edebiyatları tesirini sürdürürken halk yine saz şairleri aracılığıyla Halk edebiyatını devam ettirdi. Öyleyse biz Anadolu Türk Edebiyatını iki grupta incelemeliyiz.

HALK EDEBİYATI

Oğuz Türkleri, Anadolu’ya dilleriyle, gelenekleriyle, geleneksel halk edebiyatlarıyla gelmişlerdir. Ozan dedikleri saz şairleri, Anadolu’nun gittikçe Türkleşen bölgelerinde, gezici şairler olarak, sazlarıyla şiirler söylüyorlardı. Bunların tarihi gelişimlerini yüzyıllarına göre inceleyelim.

13. Yüzyıl
Bu yüzyılda ele geçen eserler, daha çok fetih ve savaşlara aittir. Bunların en önemlileri İslami Türk destanlarıdır. Bunlardan Battal Gazi Destanı, Danişmentname en ünlüleridir.
Bu dönemin en ünlü kişisi şüphesiz Nasrettin Hoca’dır. O, zekasıyla, keskin görüşleri ve zeki söyleyişleriyle, nükteleriyle dünyaca tanınmış bir filozoftur.
13. yüzyılda yaşadığı halde, halka öyle mal olmuştur ki kendinden bir asır sonra gelen Timurlenk ile karşılaştırılmıştır. 1208 yılında Sivrihisar’da doğan Hoca, Akşehir’de, Konya’da medrese tahsili yapmış bir alimdir.
Bu asrın en önemli şairi, hatta Türk edebiyatının, ünü sınırları aşan şairi şüphesiz Yunus Emre’dir.

Yunus Emre
Halk diliyle tasavvufu anlatan Yunus Emre, böylece dini Halk edebiyatı sayılan Tekke Edebiyatı’nın da kurucusu olmuştur. Dili yaşadığı dönemin halk dilidir. Tasavvufun en zor kavramlarını bile akıcı Türkçesiyle açıkça anlatmıştır. İki eseri vardır. Birisi Risalet’ün Nushiye adlı aruzla yazılan 550 beyitlik bir mesnevidir. Didaktik bir eserdir. Eserde dini kavramlar ve insanın nefsiyle nasıl mücadele edeceği anlatılmıştır. İkinci eseri “Divan” dır. Buradaki şiirlerin bir bölümü aruzla, çoğu heceyle söylenmiştir. Özellikle ilahileri bugün bile dilden dile dolaşır.

14. Yüzyıl
Bu asrın en önemli eseri Kitab-ı Dede Korkut’tur.

Dede Korkut Hikayeleri
Bu kitaptaki hikayeler Oğuz Türkleri arasında yaşamış ve yayılmıştır.
Kitapta Oğuz Türklerinin Gürcüler, Rumlar, Ermeniler ve diğer Türk boylarıyla yaptıkları savaşlar anlatılır.
Hikayelerde nazım, nesir iç içedir. Dili destansı bir dildir.
Hatta bazı yönleriyle destana benzer. Bu yüzden “destandan halk hikayeciliğine geçiş” ürünü olarak görülür. Halkın kullandığı dille yazılmıştır. Kimin yazıya geçirdiği belli değildir. Kitapta geçen Dede Korkut, bilge bir kişidir. Halk arasında sözü geçen, gerektikçe keramet gösterebilen veli bir zattır.
Bu asırdaki en ünlü şair, Yunus tarzı söyleyişleriyle ün yapan tekke şairi Kaygusuz Abdal’dır.

15. Yüzyıl
Bu yüzyılın tanınmış ismi Hacı Bayram Veli’dir. Ankara’da doğan Hacı Bayram Veli çok güçlü bir medrese tahsili yapmıştır.
Aruzla da yazmakla birlikte daha çok heceyi kullanmış ve dini şiirler yazmıştır. İlahileri tekkelerde zaviyelerde dillerden düşmemiştir.

16. Yüzyıl
Bu yüzyılda sadece Tekke edebiyatının değil din dışı konularda söylenen şiirlerin de metinleri ele geçmiştir.
Ellerinde sazlarla diyar diyar dolaşan, nerede bir güzel görürlerse ona aşık olan ve şiirler söyleyen şairler, ordularda, kışlalarda, hudut boylarında boy gösteren aşıklar, eski halk ozanı geleneğini sürdürmüşler ve “Aşık Edebiyatı” denen edebiyatı yaşatmışlardır. Bunların en tanınmışı,yüzyılın sonlarında şöhret kazanan Köroğlu’dur.

Köroğlu
Köroğlu aslında bir Celali eşkiyasıdır. Bu adı eski Türk destanlarındaki bir kahramandan almıştır, asıl adı Ruşen’dir.
Şiirlerinin çoğu kahramanlık üzerinedir. Hatta halk arasında yayılan Köroğlu Destanı, onun kahramanlıklarını anlatır. “Tüfek icad oldu mertlik bozuldu” sözü ona aittir.
Bu asırda Köroğlu’ndan başka Kul Mehmet, Hayali, Bahşi adlı aşıklar da vardır.
Tekke edebiyatının bu asırdaki temsilcisi Pir Sultan Abdal’dır.

Pir Sultan Abdal
Sivas’ta doğan ve orada yaşayan şair, alevi tekkelerinde yetişmiş, coşkun bir lirizmi olan şiirlerinde aleviliği anlatmıştır. Tekke şairleri arasında şiirlerini sazla söyleyen ender kişilerdendir. Daha çok nefesleriyle tanınır.

17. Yüzyıl
Bu dönem Türk Halk edebiyatının altın çağıdır. Hem Aşık edebiyatı, hem Tekke edebiyatı hem de Anonim (söyleyeni belli olmayan) halk edebiyatı ürünlerinden birçoğu elimize geçmiştir. Tekke edebiyatının önde gelen şairleri Aziz Mahmut Hüdai ve Niyazi Mısri’dir. Her iki şair de derin ilim sahibi kişilerdir.
Bu asırda Aşık edebiyatında büyük gelişmeler olmuş, Divan şairlerine bile ilham verecek lirik şiirler söylenmiştir. Ayrıca aruzla şiir söyleyen saz şairleri, kendilerini Divan şairleri kadar başarılı saymışlardır.
Bunlar arasında Yeniçeri ordusunda bulunan ve Evliya Çelebi’nin bile dikkatini çeken Katibi, denizci olan Kayıkçı Kul Mustafa ünlüdür.
Ancak günümüzde bile çok sevilen, şiirlerinin çoğu halk türküsü haline gelen aşık, Karacaoğlan’dır. Şiirlerinin tümünü heceyle söyleyen, halk anlayışını, yaşayışını şiirine en iyi şekilde yansıtan Karacaoğlan, tabiat ve sevgililer hakkındaki koşmalarıyla tanınır.
Bu asırda dikkati çeken diğer büyük saz şairi Aşık Ömer’dir. Halk şairleri arasında en kültürlü, en yaratıcı kişi olarak tanınır.
Divan şairleriyle boy ölçüşen şair, gerçekten onları aratmayacak tarzda gazeller, murabbalar söylemiştir. Dilindeki sadelik ve akıcılık, onun başarısının delilidir.

18. Yüzyıl
Geçen asırda altın devrini yaşayan Halk edebiyatı bu asırda aynı gücünü devam ettirmiştir. Divan şairleriyle boy ölçüşme, aruzla şiir söyleme, bu devirde biraz daha yaygınlaşmıştır.
Tekke edebiyatı bu dönemde bir duraklama içindedir. Dönemin en büyük tekke şairi, aynı zamanda büyük bir alim olan Erzurumlu İbrahim Hakkı’dır. İlahiname adlı divanında genellikle tasavvufi, kasideler, gazeller, ilahiler bulunur. Ayrıca Marifetname adında nesir eseri de vardır.

19. Yüzyıl
Halk şiir geleneği bu asırda klasik söyleyişini sürdürmüştür. Özellikle Aşık edebiyatının çok yetenekli saz şairleri görülür. Bunlardan biri de Bayburtlu Zihni’dir.
Hem divan tarzı hem de aşık tarzı şiirleriyle tanınmıştır. Çok iyi bir medrese eğitimi görmüştür. Bu nedenle divan tarzında yazdığı şiirleri, Divan şairlerini aratmaz. Ayrıca Halk tarzında söylediği şiirlerde tam bir aşık söyleyişi görülür.
Dönemin diğer tanınmış şahsiyeti Erzurumlu Emrah’tır. Bunda da Divan tarzı söyleyişler görülür. Ancak bu şiirleri çok başarılı sayılmaz. Asıl lirik şiirleri koşma tarzında söyledikleridir.
Diğer dikkate değer isim Dadaloğlu’dur. Üzerinde Divan şiirinin etkisi pek görülmeyen bu saz şairi, dönemin padişahına kafa tutan koçaklamalarıyla tanınır.

Tarihi gelişimini kısaca anlattığımız Halk edebiyatının genel özelliklerini de şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Şiirler çoğu zaman saz eşliğinde söylenir. Duruma göre şiir söyleyen aşıklar, şiirleri için bir ön hazırlık yapamazlar. Bu yüzden şiirlerinde derin bir anlam, kusursuz bir biçim görülmez.
2. Aruzla şiir yazanlar olmakla birlikte kullanılan asıl ölçü hecedir.
3. Nazım birimi dörtlüktür. Ancak çok az da olsa türkülerde ve ninnilerde üçlü, beşli söyleyişler görülür.
4. Dili tam bir Halk dilidir. Bu dilin öz Türkçe olduğu söylenemez. Ancak halka mal olmamış sözcükler kullanılmamıştır.
5. Şiirler hazırlıksız söylendiğinden daha çok yarım kafiye ve redif kullanılmıştır.
6. Nazım şekli olarak mani, koşma, varsağı, semai, destan v.s. kullanılmıştır.
7. Konu olarak Aşık edebiyatında aşk, ölüm, hasret, ayrılık gibi duygusal konular, doğa sevgisi, yiğitlik, zamandan şikayet işlenmiştir. Tekke edebiyatında ise elbette konu dindir.
8. Söyleyişlerde doğa ile iç içe olmaktan kaynaklanan bir somutluk hakimdir.
9. Halk şairlerinin hayat hikayeleri ve şiirleri cönk adı verilen eserlerde toplanır.

HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ

Nazım biçimi, şiirde dizelerin, nazım birimine (beyit, dörtlük v.s.), ölçüsüne göre belli bir düzen içinde bulunmasından doğar. Halk şiirinde kullanılan nazım biçimleri dört grupta incelenir.

1. Anonim Halk Edebiyatı Nazım Biçimleri
Bu edebiyatın ürünlerinin kim tarafından söylendiği belli değildir. Dilden dile dolaşarak süregelmiş ve halkın ortak malı olmuştur.

Mani
Tek dörtlükten oluşan nazım biçimidir. Yedili hece ölçüsüyle “aaxa” kafiye örgüsüyle söylenir. Yani birinci, ikinci ve dördüncü dizeler kendi arasında kafiyeli, üçüncü dize serbesttir. Çok az da olsa “xaxa” şeklinde kafiyelenen maniler de vardır.
Maniler her konuda söylenebilir. Dörtlüğün ilk iki dizesi genellikle konuyla ilgili olmayan doldurma dizelerdir. Asıl anlatılmak istenen, son iki dizede söylenir.
Bahçenizde dut var mı
Havada bulut var mı
Ben yarimi kaybettim
Bulmaya umut var mı
Kimi maniler dört dizeden fazla olabilir; ancak bu, çok yaygın değildir.
Kafiyelerinin cinaslı sözcüklerle sağlandığı manilere cinaslı mani denir. Bazen cinas oluşturan sözcük dize olarak alınır, bazen ise dörtlüğün başında söylenir.
Böyle bağlar
Yar başın böyle bağlar
Gül açmaz bülbül ötmez
Yıkılsın böyle bağlar
Maniler halk arasında oldukça sevilen ve yaygın olarak kullanılan nazım biçimidir. Genellikle karşılıklı olarak söylenir.

Türkü
Kendine özgü bir ezgiyle söylenen nazım biçimidir. Çoğu zaman diğer nazım biçimleri türkü ezgisiyle söylenebilir. Bu nedenle söyleyeni belli türküler de vardır.
Türkü hece ölçüsünün her kalıbıyla söylenir. Daha çok, yedili, sekizli ve on birli ölçüler kullanılır.
Her konuda türkü söylenebilir. Bunlar arasında elbette aşk, hasret ilk sırayı alır. Halk arasında heyecan uyandıran olaylarla ilgili yakılan türküler bestelenir, zamanla yurdun her köşesine yayılır. Değişik bölgelerde değişik biçimlere göre, kimi dizeler düşer, yerlerine yenileri eklenir. Böylece türkü, halka mal olur gider.
Türküler genellikle iki bölümden oluşur. Birinci bölüm türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bölümdür. Buna bent adı verilir. İkinci bölüm ise her bendin sonunda tekrarlanan nakarat bölümleridir. Bunlara da kavuştak denir. Bentler ve kavuştaklar kendi aralarında kafiyelenir.

Ninni
Annenin, çocuğunu uyutmak için kendine özgü bir ezgiyle söylediği şiirlerdir. Belli bir kafiye örgüsü olmadığı gibi, çoğu zaman dizeler arasında tam bir ölçü birliği de görülmez. Hatta ninnilerin dörtlükler halinde olmayanları da vardır.

AŞIK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ

Bu nazım biçimleri saz şairleri tarafından kullanılmıştır.

Koşma
Aşık edebiyatının en çok kullanılan ve en çok sevilen nazım biçimidir. Hece ölçüsünün 11'li kalıbıyla 3 veya 5 dörtlük arasında söylenir.
İlk dörtlüğün kafiye örgüsü xaxa ya da aaab biçiminde olur. Diğer dörtlüklerin ilk üç dizesi kendi arasında kafiyelenir, dördüncü dize birinci dörtlüğün son dizesiyle kafiyelenir. Yani cccb , dddb ...
Koşmanın son dörtlüğünde şair, mahlasını kullanır.
Koşmalar konularına göre dört grupta incelenir. Aşk, hasret, ayrılık, doğa sevgisi gibi lirik konuları işleyenlere güzelleme; kahramanlık konularını işleyenlere koçaklama; bir kişi olay ya da, durumu eleştirenlere taşlama; ölen bir kişinin ardından söylenenlere ağıt adı verilir. Aslında konulara göre olan bu ayrım sadece koşma için değil semai için de geçerlidir. O yüzden bu ayrıma nazım türleri diyenler de vardır. Aşağıda bir koşma örneği görülmektedir.

Semai
Hecenin 8'li kalıbıyla 3 - 5 dörtlük arasında söylenen şiirlerdir. Kafiye örgüsü olarak koşmaya benzer. Kendine özgü bir ezgisi vardır. Semailer konusuna göre güzelleme ya da ağıt türlerinde olabilir.

Varsağı
Hecenin 8'li kalıbıyla söylenen koçaklama tarzı şiirlerdir. Güney Anadolu’da yaşayan Varsak boyunda yaygın olduğundan bu adı almıştır. Kendine özgü bir ezgisi vardır. Kafiye örgüsü, dörtlük sayısı koşmayla aynıdır. Her yönüyle semaiye benzeyen varsağılar, onlardan, ilk dörtlükte kullanılan “bre, behey, hey, hey gidi” gibi ünlemlerle ayrılır. Eğer bu ünlemler yoksa onu ayırmanın tek yolu ezgisidir.
Halk edebiyatında en çok varsağı söyleyen aşık, Karacaoğlan’dır.

Destan
Halk şiirinin en uzun nazım biçimidir. 100 dörtlüğe kadar olanları vardır. Genellikle hecenin 11'li kalıbıyla söylenir. Kafiye örgüsü koşmayla aynıdır. Savaş, deprem, yangın, salgın hastalık, eşkiya ve ünlü kişilerin serüvenleri gibi sosyal konuların yanında, mizahi ya da kişisel destanlar da vardır.

TEKKE EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ

Tekke ve tarikatlarda dinle, tasavvufla ilgili düşünceleri anlatmak için, ilahi aşk, peygamber sevgisi konularında ya da mensup olunan tarikatın özelliklerini anlatmak için söylenen şiirlerdir.

İlahi
Allah sevgisini işleyen ya da ona yalvarmak için söylenen şiirlerdir. Kendine özgü bir ezgiyle okunur.Yunus Emre ilahileriyle tanınır. Kafiye örgüsü koşmayla aynıdır. 8'li hece ölçüsüyle söylenir.

Nefes
Bektaşi şairlerin yazdıkları tasavvufi şiirlerdir. Peygamberimiz ve Hz.Ali’ye övgüler işlenir. Hecenin 11'li kalıbıyla olabileceği gibi 8'li de olabilir. Özellikle Pir Sultan Abdal bu tarzdaki şiirleriyle tanınır.

Nutuk
Pirlerin, mürşitlerin tarikata yeni giren dervişlere tarikat derecelerini, adabını öğretmek için söyledikleri şiirlerdir. 11'li hece ölçüsüyle söylenir.

Devriye
İnsanın var oluşunu anlatan tasavvufi şiirlerdir. Felsefi bir konuyu işlediğinden anlaşılması zordur. 11'li hece ölçüsüyle söylenir.

Şathiye
Okunduğunda saçma sanılan sözlerden oluşan ancak gerçekte çok derin tasavvufi konuları işleyen felsefik şiirlerdir.

ARUZ ÖLÇÜSÜYLE YAZILAN HALK ŞİİRİ NAZIM BİÇİMLERİ

Kendilerini Divan şairleri kadar yetenekli ve güçlü göstermek isteyen bazı Halk şairleri aruz ölçüsüyle şiir söylemişlerdir. Ancak birkaç şiir istisna tutulursa, saz şairlerinin bu konuda başarılı olduklarını söylemek zordur. Çünkü aruz ölçüsüyle hazırlıksız şiir söylemek kolay değildir. Aruzu kullanarak söylenen şiirlerin yine özel ezgileri bulunur. Bu tür nazım biçimlerinin adlarının bilinmesi yeterlidir. Bunlar Divan, Selis, Kalenderi, Satranç, Semai, Vezn-i Aher’dir. Semainin heceyle söyleneni elbette aruzla söylenenden çok daha yaygındır

 

KASİDE TÜR VE ŞEKİL ÖZELLİKLERİ VE SU KASİDESİ

KASİDE TÜR VE ŞEKİL ÖZELLİKLERİ VE SU KASİDESİ
Kasidenin kafiye örgüsü, ilk beytin mısraları kendi arasında, diğer beyitlerin ikinci mısraları ilk beyitle kafiyelendirilerek sağlanır. İkinci beyit ve sonraki beyitlerin ilk mısraları serbesttir, kafiye örgüsüne dahil değildir. Araştırıcıların kasidede beyit sayısının en az yirmi otuz, en çok beş yüz beyit olduğunu, Türk Divan şiirinde bu bayının ortalama 45-75 beyit arasında bulunduğunu bildirirler.
Arap edebiyatının bize kadar gelen en eski kaside örnekleri muallakat denilen yedi şiirdir. İlk kasidelerde dört ana bölüm bulunur. Şairin, sevgilisinin mensup olduğu kabilenin, bir müddet konakladıktan sonra terk ettiği yerlerde gördüğü manzarayı hüzünlü bir hava içinde anlattığı bölüme bükâ (=ağlama); sevgilinin tasvir edildiği ve kendi aşkını anlattığı bölüme nesib; âşığın seyahati boyunca çektiği zorlukları anlattığı bölüme rahil ve nihayet mensup olduğu kabileyi, hâmîsini veya bir büyüğü övdüğü bölüme de medhiyye denir.
Diğer Müslüman milletlerin edebiyatında revaç bulduktan sonra, bilhassa Sâmânoğuları, Gazneliler ve Âzerbaycan Atabeyleri saraylarında himaye gören şairler vasıtasıyla kaside gelişti, millî unsurlarla zenginleşti. Gelişme Selçuklu v e Osmanlı dönemlerinde de devam etti. Kaside bilhassa XIV. Ve XV. Yüzyıllarda klasik şeklini aldı. Klasik ve tam bir kasidede nesib (veya teşbib), tegazzül, giriz (veya girizgâh), medhiyye, fahriyye, tâc ve duâ olmak üzere yedi bölüm ortaya çıktı. (giriz ve tâc bazı hallerde diğer bölümlerle kaynaşmış vaziyette görülebilir).
Kasidenin nesib (veya teşbib) bölümünde, başta aşk ve âşığın halleri olmak üzere mevsimler, kır ve tabiat manzaraları, çiçekler, günün bir ânı, geceleyin gökyüzü ve akla gelebilecek her şey tasvir edilir. Sanatçının hünerini ve kültürüün gösterdiği en önemli ve en uzun bölüm nesib bölümüdür.
Tegazzül bölümünde şair, kaside ile aynı ölçü ve kafiyede olmak üzere bir gazel söyler. (Eski belâgatçilere göre gazel kasidenin başında bulunursa bu bölüm nesib adını alırdı).
Giriz (veya girizgâh) medhiyyeden önce gelen bir veya birkaç beyitlik bölümdür. Burada şair uygun bir dil ile medhiyyeye geçiş yapar. Giriz beyitleri nesible medhiyyeyi kaynaştıran ve ustalık isteyen beyitlerdir.
Medhiyye bölümünde, şiir kimin için yazılmışsa o övülür. Bu Allah (c.c.), Hz. Muhammed (s.a.s.) veya halifeleri, sultan, vezir, yüksek rütbeli bir memur, bir şeyh vs. olabilir. (Eğer medhiyye bölümünde Hz. Peygamber (a.s.) övülürse bu kaside na't adını alır.)
Fahriyyede şair kendini över. Fahriyye bölümü Nef'î'nin tesiriyle özellikle 17'nci asırdan sonra çok gelişti.
Tâc, şairin adının ya da mahlâsının geçtiği beytin adıdır.
Duâ bölümü ile kaside sonar erer. Bu bölümde şair medhiyyede övülen şahıs için hayır duâda bulunur.

Fuzûlî'nin Su Kasidesi
Nesîb 15 beyit, Giriz 1 beyit, Medhiyye 13 beyit, Fahriyye ve Tâc 1 beyit, Duâ 2 beyit olarak kaleme alınmıştır.
Tegazzül yoktur.
Fuzûlî nesib bölümüne itina etmiş, gerçekten güzel beyitlerle kendi aşkını ve âşığın hallerini anlatarak usta olduğu bir vâdîde şairlik gücünü göstermeye çalışmıştır. Girizgâhı başarılıdır, bir bölümden diğerine ustaca geçmiştir. Medhiyyede mübalağacı şairler gibi değil, olanı anlatmış; Hz. Peygamber'i gerçek vasıfları ile övmüştür. Bu bölümde onun Peygamber sevgisi, aşkı, coşkun bir ifade ile nakledilmiştir. Tâc beyte fahriyyeyi de yüklemiş, bir yandan mahlasını tevriyeli kullanılışı ile, sözleri ile tevazua sığınırken, diğer yandan da edep ölçülerini aşmadan kendisini övmüştür. Şiirin dua bölümünde de çarpıcılık, farklılık vardır. Dikkat edilirse şair Hz. Peygamber için duâ etmemiş, duâya ihtiyacı olmayan Resûl-i Ekrem'in şefâatine sığınmıştır.
Kasidenin nesib bölümünde âşığın hallerinden ve aşktan bahsedilmiştir. Na't içinde âşıkâne sözler söyleme aslında Fuzûlî'nin tabiî tavrıdır.
Su Kasidesi aruzun remel bahrinden fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün kalıbı ile yazılmıştır. Fuzûlî'yi bu şiirde aruza hâkimiyet bakımından fazla başarılı bulmuyoruz. Az bir kısmı özel vurgu sağlayarak şiire ses güzelliği sağlasa da, kırk beş kelimede yaptığı birer imâle, yedi kelimede yaptığı ikişer imâle, bir kelimede yaptığı üç imâle ve bir kelimede (seng-i hârâ'da) yaptığı zihâf onun teknik yönden başarısını gölgelemektedir.
Kaynak: Metin Akar, Su Kasidesi Şerhi, Diyanet Vakfı Yayınları, s.97-101

GAZEL

GAZEL
Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belli biçimdeki şiirlere gazel denir. Gazel, beyitlerle yazılır. Birinci beyit musarra'dır, yani dizeleri birbiriyle uyaklıdır (aa). Öteki beyitlerin, ikinci dizeleri birinci beyitle uyaklıdır (ba, ca, da ..). İlk beyitten sonraki beyitlerin birinci dizeleri uyaksızdır. Uyak düzeni aa, xa, xa, xa ... şeklindedir.

Gazelin musarra' olan ilk beytine matla (doğuş yeri) denir. Matla'dan sonra gelen beyte de hüsn-i matla adı verilir ki, bu beytin matla'dan daha güzel olmasına dikkat edilir.

Her dizesi aynı uyakta olan şiirlere de genel olarak musarra ya da müselsel adı verilir.

Gazelin son beytine makta (kesme yeri), makta'dan bir önceki beyte de hüsn-i makta denir. Bu beytin de makta'dan güzel olmasına dikkat edilir. Şair mahlasını (şiirlerinde kullandığı takma adını) ya makta'da (son beyit) ya da hüsn-i makta'da (sondan bir önceki beyit) kullanır. Buna göre şairin mahlasını kullandığı beyte mahlas beyti denir. Mahlas kullanılmamış gazeller de vardır(Örn. Kadı Burhanettin). Mahlas, kimi zaman gazelin daha önceki beyitlerinde bulunabilir. Bu durumda mahlas beytinden sonraki birkaç beyitte şair, zamanın padişahını, devlet büyüklerini, din büyükleri ya da tarikat uluları için övgüde bulunur. Böyle gazellere gazel-i müzeyyel denir.

Gazelin en güzel beytine –yeri neresi olursa olsun- beytül gazel ya da şahbeyt denir.

Gazellerin beyit sayısı 5 ile 9 arasında değişir. Beyit sayısı çift rakamlı olan gazeller azdır.

Gazel konu bakımından lirik bir nazım biçimidir. Divan şiirinin duygu ve öz şiir yönünü en çok gazel belirtir. Üslup yönünden kusursuz olması gerekir.

Gazelin önemli bir özelliği de beyitler arasında doğrudan doğruya anlam bağı bulunmamasıdır. Öyle ki, matla (ilk beyit) ve makta (son beyit) beyitlerinin dışında, öteki beyitler arasında yer değişikliği yapılsa, gazelin genel anlamında hiçbir değişme olmaz. Bununla birlikte, beyitler arasında anlam açısından bir uyum bulunması ve gazelin bütününe aynı kavram, düşünce ve benzetmelerin egemen olması gerekir. Bunu da sağlayan uyak ve rediftir.

Gazelde, redifin yarattığı kavram birliği dışında, beyitler arasında anlam birliği bulunan gazellere yek-ahenk denir.

Gazelde anlam birliğinden başka, beyitlerin aynı güçte, aynı değer ve güzellikte olması da söz konusudur. Böyle gazellere yek-avaz denir.

Gazelde en çok anlatılan konu kadın ve aşktır. Bunun yanı sıra sevgilinin güzelliği, çekiciliği, ona duyulan özlemin ve sevgilinin yaptığı kötü davranışların ıstırabı da anlatılır. Bunun dışında, içki alemleri, şarabın zevki, baharın verdiği neşe, talihin iyi ve kötü cilveleri, aşkın mutluluk ve sıkıntısı sık sık işlenen konulardır. Dinle ilgili düşünceler, tasavvuf, ham sofularla alay, hayat, dünya ve ahiret hakkında hikmetler de gazellerde sık sık söz konusu edilir. İşte bu konuların yoğun olarak işlendiği gazeller üslup yönünden çeşitli adlar alır:

Aşkın verdiği mutluluğu, sıkıntıyı, sevgiliden yakınmayı, sevgiliye karşı yakarışları, içli ve duygulu olarak gazellere aşıkane (garami, lirik) gazel denir. Divan edebiyatında bu alanın tek temsilcisi Fuzuli’dir.

Genellikle içkiyi, içki zevkini, içki ile ilgili türlü düşünceleri, hayata karşı kayıtsızlığı, yaşamaktan zevk almayı konu olarak işleyen gazellere rindane gazel denir. Divan edebiyatında bu yolda en başarılı olan Baki’dir.

Kadını ve aşkın zevklerini konu alan, zarif ve çapkın bir anlatımla söylenmiş gazellere de şuhane gazel adı verilir. Nedim bu yoldaki gazelleriyle tanınmıştır. Öyle ki bu yolda gazel söylemeye Nedimane tarz denilmiştir.

Ahlakla ilgili öğütler veren, türlü hayat görüşlerini yansıtan, özdeyiş niteliğindeki sözlerin ağır bastığı gazellere de hikemi gazel denir. Hikemi tarzındaki gazelleriyle Nabi ün salmıştır. Koca Ragıp Paşa’nın da bu yolda gazelleri vardır.

DİVAN EDEBİYATINDA NESİR

Nesir (düzyazı), edebiyatımızda Batı etkisine gelinceye kadar şiirin yanında hep gölgede kalmıştır.Verilen örnekler de bir düşünceyi iletmekten çok sanat yapmak amacıyla ortaya koyulmuştur.
Divan edebiyatı döneminde iki tür nesir örneği görülür. Birincisi bazı tercüme eserlerle, halk için yazılan kitaplarda, özellikle tarihlerde kullanılan sade nesirdir. Gerçi mecazlı, cinaslı ve secili nesir Türk edebiyatında öteden beri görülen ve sevilen bir nesirdi. En güzel örneklerini ise Dede Korkut Hikayelerinde görmekteyiz. Diğeri ise özellikle Sinan Paşa’yla başlayan süslü nesirdir.
15. yüzyılda Sinan Paşa’nın oluşturduğu nesirde İran edebiyatının etkisi görülür.
Sinan Paşa Fatih’in sadrazamlığını yapan ilim sahibi biridir. En önemli eseri Tazarruname adlı münacat (Allah’a yakarma) eseridir. Ağır, sanatlı bir söyleyişi vardır. Bundan daha sade ama yine secilerle yüklü diğer eseri ise didaktik, ahlaki bir eser olan Marifname’dir. Bazı evliyaların menkıbelerini anlattığı Tezkiret’ül Evliya adlı eseri de önemlidir.
Bu asırda Sinan Paşa’nın süslü nesrine karşı sade nesirle eserler yazan diğer bir sanatçı Mercimek Ahmet’tir. Eserlerinde konuşma diline yakın bir dil görülür. Yazarın en önemli eseri Farsça aslından çevirdiği Kaabusname adlı didaktik bir öğüt eseridir. Eserde sosyal hayatla ilgili öğütler vardır.
Bu asırda ayrıca tarih kitapları da yazılmıştır.
Nesir alanında önemli edebi eserlerin verildiği diğer bir dönem de 17. yüzyıldır. Bu dönemde genellikle sade nesir kullanılmıştır. Dönemin en önemli edebi eseri ise Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” adlı eseridir. Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde birçok yer gezen Çelebi, gördüklerini biraz abartılı bir üslupla yazıya geçirmiş ve 10 ciltlik bir eser meydana getirmiştir.
Devrin diğer nesircisi Katip Çelebi’dir. Yazar bir edebiyatçı olmaktan çok, bilim adamıdır. Tarih, coğrafya, tıp, biyografi gibi birçok alanda eser vermiştir. Eserlerinde daha çok Arapçayı kullanan yazarın Fezleke adlı Türkçe tarih kitabı vardır.
Divan edebiyatının son dönemi olan 18. yüzyılda nesir alanında daha çok gezi yazıları görülür. Bunlar da özellikle Batı’ya giden aydınların gezdikleri yerlerle ilgilidir. Bunlardan en önemlisi 28 Çelebi Mehmet’in yazdığı Sefaretname-i Fransa adlı eseridir.
Edebiyatımızda modern anlamda nesir 19. yüzyılda Tanzimat Edebiyatı ile başlar.

Tarihi gelişimini bu şekilde gösterebileceğimiz Divan edebiyatının genel özelliklerini şöyle maddeleştirebiliriz:
1. Temelinde İslam dininin bulunduğu Türk, Arap ve İran edebiyatlarının karışımı, ortak kültürün bir ürünüdür.
2. Dil, cümle yapısı bakımından Türkçe olmasına rağmen sözcükleri bakımından Arapça, Farsça, Türkçe karışımıdır.
3. Şiirde aruz ölçüsü kullanılmıştır.
4. Nazım birimi olarak beyit kullanılmıştır; ancak tuyug, şarkı ve rübailerde dörtlük kullanılır.
5. Daha çok tam ve zengin kafiye kullanılmıştır.
6. Konuya değil konunun işleniş biçimine önem verildiğinden aynı konu değişik dönemlerde birçok şair tarafından işlenmiştir. Bu yüzden Leyla vü Mecnun, Yusuf u Züleyha adını taşıyan birkaç eser vardır.
7. Divan şiirinde Arap ve Fars edebiyatlarından alınan belli semboller vardır. Mazmun adı verilen bu semboller hiç değiştirilmeden kullanılır. Gül deyince sevgili, bülbül deyince aşığın anlaşılması gibi. Bunlar dışında Türklerin oluşturduğu semboller de vardır.
8. Şiirde bütün güzelliğine değil parça güzelliğine değer verilir. Hatta çoğu şair “Mısra-i berceste” adı verilen en güzel dizeyi oluşturmaya çabalar.
9. Divan şiirinde gerçek hayat ya da insan, olduğu gibi değil idealize edilerek anlatılır. Şiirin anlaşılması için sözcüklerin ötesindeki anlamlara dikkat edilmelidir.
10. Gazel, kaside, mesnevi, rübai gibi ortak nazım şekilleri kullanılır.
11. Daha çok aşk, ayrılık, hasret, ölüm, doğa sevgisi gibi kişisel konulara değer verilir.
12. Temelinde din olan Allah aşkını, Peygamber sevgisini anlatan Divan şiirleri Tasavvuf edebiyatı adıyla incelenir.

DİVAN EDEBİYATI NAZIM (ŞİİR) ŞEKİLLERİ

DİVAN EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ
Türklerin, İslamiyetin kabulünden sonra Arap ve Fars edebiyatlarından alarak kullanmaya başladıkları nazım şekilleridir. Bunlara daha sonra sadece Türklerin kullandığı nazım şekilleri de eklenmiştir.
Divan edebiyatı nazım şekilleri, dize sayılarına göre üç grupta toplanır. Bunları şema halinde gösterelim.

Şimdi bunları ayrıntılarıyla görelim.

GAZEL
Aşk, ayrılık, hasret, özlem gibi lirik konularda yazılan şiirlerdir. Bazı dini gazellerde Allah aşkı, peygamber sevgisi de işlenebilir. Türk edebiyatına İran edebiyatından girmiştir.
Gazel 5 - 15 beyit arasında yazılabilir. Gazelin ilk beyitine matla denir. Bu beyitte dizeler kendi arasında kafiyelidir. Bundan sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest, ikinci dizeleri matla (ilk) beyitiyle kafiyelidir. Yani aa, ba, ca ...
Gazelin son beyitine makta denir. Gazelde şairin mahlası genellikle son beyitte bulunur. Bazen son beyitten bir önceki beyitte de geçebilir.
Genellikle gazelin beyitleri arasında anlam bütünlüğü bulunmaz. Ancak bazı gazeller bir konu bütünlüğü içinde yazılır. Bunlara yek-ahenk gazel denir. Eğer şair anlam bütünlüğünün yanında bir de aynı güçte beyitler yazabilmişse bunlara da yek - avaz gazel denir.
Kimi zaman ise gazeli oluşturan beyitlerin dize ortalarında iç kafiye oluşturulduğu görülür. Bunlara musammat gazel denir.
Gazeller aruzun her kalıbıyla yazılabilir. Bu sahada Fuzuli, Baki, Nedim, Ahmet Paşa başarılı eserler vermişlerdir.

KASİDE
Genellikle din ve devlet büyüklerini övmek için söylenen şiirlerdir. Ancak başka konularda yazılan kasideler de vardır. Kafiye dizilişi yönünden gazelle aynıdır. Yani aa, ba, ca...
Kaside en az 20 en fazla 99 beyit olur. Kasidenin ilk beyitine matla son beyitine makta denir. Şairin mahlasının geçtiği beyite taç beyit, kasidenin en güzel beyitine beytül kasid denir.
Kaside belli bölümler halinde yazılır. Bunları altı grupta toplayabiliriz.
1. bölüm, nesib ya da teşbib bölümüdür. Bu bölümde bahar mevsimi, kış manzaraları betimlenir ya da bayram günleri anlatılır.
Bunlardan başka köşklerin, kervansarayların, camilerin betimlendiği nesib bölümleri de görülür.
2. bölüm, girizgah bölümüdür. Nesib bölümünden asıl konuya geçiş ifade eden bir veya birkaç beyittir. Girizgah bölümü gelişigüzel söylenmez. Nükteli, ince sözlerle konuya geçilir.
3. bölüm, medhiye bölümüdür. Bu bölümde asıl anlatılmak, övülmek istenen kişi için ne denecekse açıklanır. Bu, kasidenin asıl bölümüdür.
4. bölüm, fahriye bölümüdür. Bu bölümde şair kendinin yeteneğini, anlatımını göklere çıkarır. Çoğu zaman kendini diğer şairlerle karşılaştırır ve üstünlüğünü ortaya koyar.
5. bölüm tegazzül bölümüdür. Bu bölümde kasideyle aynı ölçüde ve uyakta gazel yazılır. Şair uygun bir sözle gazel söyleyeceğini ifade eder.
6. bölüm dua bölümüdür. Kasidenin son bölümüdür. Bu bölümde şair övdüğü kişinin başarılarının devamlı olması, ömrünün uzun olması için dualar eder, iyi dileklerde bulunur.Kasideler konularına göre de değişik adlar alır.
Tevhid : Allah’ın birliğini anlatan kasidelerdir.
Münacaat : Allah’a yalvarmak, dua etmek amacıyla yazılan kasidelerdir.
Naat : Peygamberimizi övmek için yazılan kasidelerdir.
Medhiye : Devrin ileri gelenlerini övmek için yazılan kasidelerdir.
Hicviye : Devrin yöneticilerini eleştirmek için yazılan kasidelerdir.
– Mersiye – Cülûsiyye

MESNEVİ
Edebiyata İranlıların kazandırdığı bir nazım şeklidir. Mesnevilerde her beyit kendi arasında kafiyelidir: aa, bb, cc... Bu nedenle en uzun şiirler mesnevi türüyle yazılmıştır.
Mesnevilerde konu birliği vardır. Olay kaynaklı eserler yani Leyla vü Mecnun, Hüsn ü Aşk gibi hikayeler mesnevi ile yazılmıştır. Firdevsi’nin 60.000 beyit tutarındaki Şehname adlı destanı da mesnevi türündedir.
Bir şair beş mesnevisini bir araya getirerek hamse oluşturur. Hamse sahibi olmak şair için bir övünç kaynağıdır.
Mesneviler ayrı bir kitap halinde yayınlanır, şairin diğer şiirleri ise Divan’da toplanır.
Edebiyatımızda Ali Şir Nevai, Şeyhi, Fuzulî, Nabî, Şeyh Galip mesnevileriyle tanınır. Baki, Nef’i, Nedim gibi şairler ise mesneviyi hiç kullanmamışlardır.

KIT’A
Genellikle iki beyit olarak yazılan bazen daha fazla olabilen gazele benzer nazım şeklidir. Gazelin matla beyiti kıt’ada bulunmaz. Yani beyitler xa, xa ... olarak kafiyelenir.
Kıt’ada şairin mahlası çoğu zaman yoktur. Daha çok felsefi ve toplumsal düşünceler anlatılır. Beyitler arasında anlam bağlantısı görülür.

MÜSTEZAT
Bir uzun bir kısa dizelerden oluşan nazım şeklidir. Kısa dizeler kaldırıldığında ortaya gazel çıkar. Kısa dizelere “ziyade” denir. Müstezat, aruzun tek kalıbıyla yazılır. Ziyadeler de bu kalıba uyar.

RÜBAİ
Tek dörtlükten oluşan nazım şeklidir. Kendine özgü ayrı bir ölçüsü vardır. aaxa şeklinde kafiyelenir. Çoğu zaman şair dünya görüşünü, felsefesini, tasavvufi düşüncesini rübaiyle ortaya koyar.

TUYUG
Divan edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir türdür. Şekil olarak rübaiye benzer. Tek dörtlüktür, aaxa kafiye düzeni vardır.
Halk edebiyatındaki mani ve İran edebiyatındaki rübainin etkisiyle oluşmuş denebilir. Aruzun sadece fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılır. Ayrıca 11'li hece ölçüsüne de çoğu zaman uyduğundan şairlerimizce hoş bulunmuş olabilir. Rübaiden sadece ölçüsü yönüyle ayrılır. Bazı tuyuglarda dört dize de kafiyeli olabilir.

MURABBA
Dörder dizelik bölümlerle kurulan nazım biçimidir. En az üç, en fazla 7 dörtlük olur. Kafiye örgüsü aaaa, bbba, ccca şeklindedir. Bazen dörtlüklerin son dizeleri nakarat şeklinde olabilir. Konu olarak gazele benzer.

ŞARKI
Türklerin Divan edebiyatına kazandırdığı bir nazım şeklidir. Bestelenmek amacıyla yazılır. Bu nedenle musikiye yatkındır. Kafiye örgüsü murabbaya benzerse de ilk dörtlüğün aaab şeklinde olduğu şarkılar da vardır.
Edebiyatımızda şarkı denince akla Nedim gelir. Gayet sade bir dille yazdığı şarkılar kendinden sonrakilere örnek olmuştur. Özellikle Yahya Kemal, Nedim tipi şarkılar yazmıştır. Bu şarkılarda nakarat kullanılmıştır.

MUHAMMES
Beş dizelik bölümler halinde söylenen nazım şeklidir. Bir muhammesin ilk beşliğindeki son dizenin, aynı beşlikteki diğer dört dize ile kafiyeli olması şart değildir. Beşlik sayısı bir kayda bağlı değildir.

MÜSEDDES
Altı dizelik bölümler halinde oluşturulan nazım şeklidir. Müseddeslerde, her bölümün yalnız son dizesi değil, sondan iki dizesi birden, ilk bölümün son iki dizesine uygun söylenir, ya da bu iki dize her bölüm sonunda tekrarlanır.

TAŞTİR
Bir beyitin birinci ve ikinci dizeleri arasına iki veya daha fazla yeni dize ilave edilerek oluşturulan nazım şeklidir. Yeni eklenen dizelerin kafiyesi beyitin kafiyesiyle aynı olmalıdır.

TERKİB-İ BEND
10 ila 20 dizelik bentlerden oluşan nazım şeklidir. Bent sayısı 5 ile 10 arasında değişir. Bentleri oluşturan dizeler genelde gazeldeki gibi kafiyelenir. Bendin son beyitine vasıta beyti denir. Bu beyit her bendin sonunda değişir ve mutlaka bentten ayrı olarak kendi arasında kafiyelenir.
Terkib-i bendin uyak düzeni aaxaxaxaxabb şeklindedir. Bentler beyitlere ayrılarak sıralanır.
Bu nazım şeklinde talihten, hayattan şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılır.
Edebiyatımızda Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa bu nazım şeklindeki şiirleriyle tanınır.

TERCİ-İ BEND
Biçim ve uyak yönünden terkib-i bende benzer. Ancak her bendin sonundaki vasıta beyitleri aynıdır yani nakarat şeklindedir.

• • •
Divan edebiyatı, önceden de söylediğimiz gibi 19. yüzyılın başlarında artık yavaş yavaş yerini Batı’dan gelen yeni edebiyata bırakmaya başlamıştı. Hem çok güçlü Divan şairlerinin bulunmaması, hem de tekrar ede ede kalıplaşan bir söyleyişin artık bıkkınlık vermesi yeni edebiyatın yerleşmesini hızlandırmıştır.
Elbette bu, aniden olmamış, şekil ve dil olarak 20. yüzyılın başına kadar etkisini sürdürmüştür.

OĞUZ TÜRKÇESİNİN TARİHİ GELİŞME SÜREÇLERİ ve DİVANÜ LÜGATİ'T TÜRK

OĞUZ TÜRKÇESİNİN TARİHİ GELİŞME SÜREÇLERİ ve DİVANÜ LÜGATİ'T TÜRK

1. Ansiklopedik bir sözlük olan Divanu Lûgat-it-Türk, kültür tarihimiz için olduğu kadar, Türk dili tarihi için de önemli bir kaynaktır. Biz, bugün Türk dilinin metinlerle ulaşılamayan bazı karanlık noktalarının aydınlatılmasında veya karşılaştırmalı dil çalışmalarında yer yer Divanu Lûgat-it-Türk'teki kayıtlara dayanmakta ve ondan büyük ölçüde yararlanmaktayız. Yaptığımız bilgi şöleni ile yazılışının 925. yılını kutladığımız Divanu Lûgat-it-Türk, üzerinde duracağımız konu bakımından da bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Çünkü, Oğuzlar ve Oğuzca hakkındaki en eski toplu bilgileri Divan'dan öğreniyoruz. Kaşgarlı Mahmud, eserinde yer yer yalnız Oğuzlar ve Oğuz ili hakkında değil, aynı zamanda Oğuz Türkçesi hakkında da oldukça geniş bilgiler vermiştir. Yeri düştükçe verilen bu toplu ve dağınık bilgileri, yapılan açıklamaları bir araya getirdiğimizde, Oğuzcanın XI. yüzyıldaki durumu hakkında genel bir birikime sahip olabilmekteyiz. Kaşgarlı Mahmud'un Karahanlı (Hakaniye) Türkçesi bir yana, öteki Türk lehçelerine oranla Oğuzcaya vermiş olduğu bu geniş yer, yalnız Oğuzların XI. yüzyıldaki genel durumunu belirlemekle kalmamış; dolayısıyla Oğuzcanın XI-XIII. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecine de ışık tutarak bir anahtar vazifesi görmüştür.

Biz Divanu Lûgat-it-Türk'ün yazılışının 900. yıl dönümü dolayısıyla daha önce hazırladığımız "Kaşgarlı Mahmud ve Oğuz Türkçesi" adlı bir yazımızda Oğuz Türkçesinin Divan'daki ses ve şekil bilgisi özelliklerini ele aldığımız için, bugün, konuya yalnız yukarıda belirtilen husus, yani Oğuzcanın XI-XIII. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinin tespitinde Divanu Lûgat-it-Türk'ün yeri açısından eğilmek istiyoruz.

2. Bilindiği gibi Oğuzcanın bir yazı dili olarak varlığını ortaya koyması oldukça geçtir. Başlangıcı, Oğuzların Anadolu'da kurdukları Anadolu Selçuklu Devleti'nin sonlarına rastlar. Selçuklu Devleti'nin resmî dili Farsça olduğu için XIII. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olan eserler de nitelik bakımından daha çok halka seslenen basit içerikli dinî eserlerdir. Selçukluların devamı niteliğindeki Anadolu Beylikleri döneminde ise, Oğuz Türkçesi artık çok yönlü yüzlerce telif ve tercüme eserlerle olgunluğa erişmiş bir yazı dili durumuna gelmiştir. Eski Anadolu Türkçesi veya Eski Türkiye Türkçesi diye adlandırdığımız bu dönem XIII-XV. yüzyıllar arasını kaplar.

Oğuzlar VI. yüzyıldan beri tarih sahnesinde oldukları ve Orta Asya' da kurulmuş Türk devletleri içinde önemli bir etnik kol oluşturdukları hâlde, lehçelerinin bir yazı diline dönüşmesinin bu kadar gecikmiş olması, her hâlde, onların tarih sahnesine bağımsız bir siyasî varlık olarak çıkamamış, bağımsız bir devlet kuramamış olmalarıyla ilgilidir. Ama Oğuz Türkçesine ait birtakım belirtiler ve bazı özellikler, Köktürk ve Yenisey Yazıtları'ndan beri de bilinmektedir. Bu bakımdan Oğuzcanın tarihî gelişme sürecini, onların tarih sahnesindeki etnik, siyasî ve sosyal durumlarına koşut olarak birbirinden farklı üç ayrı döneme ve dolayısıyla üç aşamaya ayırmak uygun olacaktır. Bunlar:

1. VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönem,

2. XI-XIII. yüzyıllar arasındaki dönem,

3. XIII. yüzyıldan sonraki dönemler.

Konumuza giriş yapabilmek için önce birinci dönem üzerinde kısaca duralım:

3. VI ve XI. yüzyıllar arasını kaplayan ve Türk dili tarihinde Eski Türkçe diye adlandırılan dönemde, Oğuzlar, sosyal ve etnik varlıklarını Köktürk (552-745), Uygur (745-840) ve Karahanlı (912-1212) Türk devletlerinin coğrafyasında, siyasî bakımdan onlara bağlı ve zaman zaman da bu devletler üzerinde önemli etkiler yaparak sürdüregelmişlerdir. Gerek Orhun ve Yenisey Yazıtları'ndaki kayıtlardan gerek bu konuda yapılan araştırmalardan, Oğuzların VII. yüzyılın ilk yarısında Yenisey bölgesindeki Barlık ırmağı yörelerinde, VII. yüzyılın ikinci yarısından sonra da Tula ırmağı boylarında ve Ötüken yöresinde oturdukları bilinmektedir. Köktürk yazıtlarında Türk ve Türk olmayan öteki etnik unsurlar yanında çeşitli vesilelerle yer yer Oğuzların da adı geçmektedir. Köktürk Kağanlığının Oğuzlarla ilişkisi ise, kimi zaman gergin ve savaşlı olmuş; kimi zamanlarda da kağanlığın sadık bir metbuu derecesine yükselmiştir.

Oğuzların, Köktürklerin yerini alan Uygurlar döneminde de Orhun ırmağı bölgesinde yaşadıkları ve Uygurlarla Köktürk döneminde olduğu gibi, kimi zaman dostluk ilişkileri içinde oldukları, kimi zaman da savaşlar yaptıkları bilinmektedir.

Oğuzlar Karahanlılar döneminde de sahnede olmuşlar ve varlıklarını Karahanlıların batısındaki sınır bölgelerinde sürdürmüşlerdir. IX-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki steplerde ve Seyhun (Sirderya) ırmağının iki yakasında oturduklarını, tarihî ve coğrafî kaynakların verdiği bilgilerden öğreniyoruz. Bu Oğuzların daha X. yüzyılda Sirderya (Öküz ırmağı) boylarında ve Aral gölü kıyılarında Yenikent merkez olmak üzere bir Yabgu Devleti kurduklarını da biliyoruz. X-XI. yüzyıllar arasında Yenikent'e ilâve olmak üzere, Haare, Cend, Sepren (Sabran, Savran), Suğnak, Karnak, Karaçuk (Fârab) şehirlerini de kurmuşlardır. Oğuzların XI. yüzyılda batıda Hazar denizi kıyısındaki Mangışlag (Siyah Kûh) adını verdikleri yarımadayı ele geçirip orada yerleştikleri de bilinmektedir. Bu bölgedeki Oğuzlar kısmen göçebe kısmen de yüksek kültürlü bir yerleşik hayata geçmiş bulunuyorlardı. Oturdukları yerlerde bir yandan Maveraünnehir'in yerli halkı ile karışmakta, bir yandan da Karahanlı, Yağma, Çiğil, Argu ve Karluklar ile komşuluk ilişkilerini devam ettirmekte idiler.

Oğuz Türklerinin lehçelerine gelince: VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde Oğuzlar nasıl bağımsız bir devlet kuramamışlar ise, Oğuzcaya dayalı bir yazı diline de sahip olamamışlardır. Ancak, Eski Türk yazıtlarında olsun, Uygur ve daha sonraki döneme ait eserlerde olsun yer yer Oğuzcanın yazı dillerine ve yazılı eserlere yansımış belirtilerini ve bazı özelliklerini de bulmak mümkündür. Bilindiği gibi Türkçe, VI-XI. yüzyılların Türk devletleri olan Köktürk, Uygur ve Karahanlılar dönemlerinde, yer, zaman ve kültür alanı ayrılıklarına, kelime hazinesindeki bazı farklılaşmalara rağmen, genel yapısı itibarıyla yine de birbirinin devamı niteliğinde tek bir kol hâlinde ilerlemiştir. Bu bakımdan Oğuzcanın VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemi esas itibarıyla sisli bir perdeyle örtülmüş bulunmaktadır. Ne var ki, bu dönemdeki Türk devletlerinin sınırları içinde birbirinden farklı etnik unsurların yer almış ve bunlara ait dil özelliklerinin yer yer yazı diline de yansımış olması, yazıtlarda olsun meydana getirilen yazılı eserlerde olsun birtakım lehçe veya ağız ayrılıklarının doğmasına yol açmıştır. Nitekim W. Radloff, Orhun Yazıtları yanında, merkezi Turfan olan geniş bir alanda daha başka edebî bir dil olduğunu ve bu edebî dilin daha sonraki bir sıra Türk lehçelerine temel oluşturduğunu yazmıştır. Rus Türkologlarından S. E. Malov da Yenisey ve Orhun Yazıtları'ndaki lehçe ayrılıkları ile eski Kuzey Oğuzcasının etkisine işaret etmiştir. A. von Gabain ise, Eski Türkçe döneminde, bugüne kadar hangi kavmî unsurlara ait olduğu tespit edilemeyen beş ayrı lehçenin izleri bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Uygur yazmalarında olduğu gibi, Orhun ve Yenisey Yazıtları'nda da lehçe ayrılıkları yüzünden bir dil birliğinin bulunmadığına işaret etmiştir. Köktürk ve Uygur ülkelerinde yukarıda belirtildiği üzere, Oğuzlar da önemli bir yer tuttuklarına göre, Eski Türkçe döneminde Oğuz lehçesi ile ilgili bir kısım özelliklerin de kendini göstermesi olağandır. Bizim bu konuda metinler üzerinde yaptığımız bir araştırma, özellikle Yenisey ve Orhun Yazıtları ile Uygurcanın n lehçesi metinlerinde belirtiler veya genel eğilimler hâlinde birtakım Oğuzca özelliklerin de yer aldığını ortaya koymuştur. Daha sonraki yüzyıllarda, Karahanlı dönemini temsil eden bir eserde de Oğuzcanın belirgin izlerine rastlanmaktadır. Rus Türkologlarından A. K. Borovkov'un araştırmalarına göre, Oğuzcanın etkisi, daha eski bir Oğuz-Türkmen edebî an'anesinin varlığını gösterecek biçimde Anonim Kur'an Tefsiri'nde de yer almıştır. Demek oluyor ki, VI-XI. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinde, Oğuz lehçesi temelde bir sis perdesine bürünmekle birlikte, yine de birtakım özelliklerini o devir eserlerine yansıtmış bulunmaktadır.

4. Gelelim Oğuzcanın tarihî gelişme sürecindeki ikinci aşamaya, yani XI-XIII. yüzyıllar arasındaki döneme. Bizi Divanu Lûgat-it-Türk bakımından asıl ilgilendiren de bu dönemdir.

Türklerin İslâmlığı kabulünden sonra Oğuzların siyaset sahnesindeki yıldızları da parlamaya başlamış; daha sonraki tarihî olayların da ortaya koyduğu üzere, Orta-Asya Türk dünyasının batı kesiminde ve İslâm dünyasında çok önemli bir yer tutmuşlardır.

Yukarıdaki açıklamalar sırasında, Oğuzların X. ve XI. yüzyıllarda Sirderya ırmağının iki yakasında önemli şehirler kurarak büyük ölçüde yerleşik hayata geçtiklerine de işaret edilmişti. Kaynaklar XII. yüzyılda bu şehirlere Barçınlıg-Kent, Eşnas, Uzkent ve Sırlı-Tam gibilerinin de eklendiğini bildiriyor. Tarihçilerimiz, Divanu Lûgat-it-Türk'ün ve öteki İslâm kaynaklarının pek çok Oğuz şehirlerinin varlığından söz etmelerini, Oğuzların büyük bir bölüğünün yerleşik hayat yaşamaları ile ilgili bulmuşlardır. Faruk Sümer de Oğuzların önemli bir kısmının oturak yaşayışa geçmesinde İslâmlığı kabullerinin büyük etken olduğunu belirtmiştir. Kaşgarlı Mahmud'un da belirttiği gibi, yerleşik yaşayışa geçmiş olan Oğuzların yüksek kültürlü bir şehir hayatı vardı. Ama hemen şunu da belirtmek gerekir ki, Sirderya'nın iki yakasında şehirli Oğuzlar ile birlikte göçebe Oğuzlar da yaşamaktadır. Hatta Kaşgarlı, göçebe Oğuzların yerleşik yaşayıştaki Oğuzları alaya alarak onlara yatuk (tenbel) dediklerini, bunların şehirlerden dışarı çıkmadıklarını ve savaş yapmadıklarını kaydetmiştir.

Öte yandan XI.-XIII. yüzyıllar arası, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki steplerden güneye Harezm ve Sirderya bölgelerine sürekli olarak göç ettikleri bir dönemdir.

Bu Oğuzlardan bir kısmı büyük gruplar hâlinde Harezm yolu ile Horasan üzerinden Yakın Doğu'ya uzanarak oralardaki Selçuklu Devletlerinin kuruluşunu hazırlamışlardır. Bilindiği gibi XI.- XIII. yüzyıllar arasında Harezm bölgesinin Türkleşmesinde, bazı Türk boyları yanında Kıpçaklarla birlikte Oğuzların da büyük etkisi olmuştur. Görülüyor ki, bu dönemdeki Oğuz nüfuzu yalnız Sirderya kuzeyindeki steplerden başlayarak Sirderya, Maveraünnehir, Harezm, Horasan bölgelerinde kalmamıştır. XI. yüzyılda Büyük Selçuklu Devletinin batıya yaptığı göçler ve fütuhatlarla, bu nüfuz Azerbaycan ve Irak üzerinden Abbasi Devletinin başkenti ve devrin büyük kültür merkezi Bağdat’a kadar uzanmıştır. Aslında Kaşgarlı Mahmud’un, eserinde Oğuzlara ve Oğuzcaya bu denli geniş ve ağırlıklı bir yer vermiş olmasının sebebi de, onların bu dönem Türk dünyasındaki yayılma durumları ile orantılıdır. XI. yüzyıldan XIII. yüzyıla doğru uzanan bir dönemde, Orta-Asya Türk dünyasının siyasal ve sosyal yapısında bu denli önemli bir yer tutmuş olan Oğuzların dil bakımından boşlukta kalmış olmaları imkânsızdır.

5. Konuya dil tarihi açısından baktığımız zaman XI.-XIII. yüzyıllar arasındaki dönemde özellikle XII. ve XIII. yüzyıllarda Harezm bölgesinin yeni yazı dillerinin oluşmasına kaynaklık ettiğini ve bir beşik vazifesi yaptığını görüyoruz. Bu bölgede bir yandan, ileride Çağataycaya temel oluşturan Karahanlı Harezm Türkçesi temelinde bir yazı dili kurulurken bir yandan da Batı Türkçesinin kuzey kolunu oluşturan Kıpçak Türkçesi ile güney kolunu oluşturan Oğuz Türkçesi ilk şekillenmelerine başlamış görünüyor.

Oğuz Türkçesinin doğrudan doğruya kendi lehçe özelliklerine dayalı metinleri en erken XIII. yüzyıl sonlarında ortaya konduğuna göre, acaba bundan önceki yüzyıllarda Oğuz lehçesi ne durumda idi? Bu dönemde Eski Anadolu Türkçesinin kuruluşuna öncülük eden bir geçiş dönemi yaşanmış mıdır? Yaşanmışsa, dil yapısı nasıldı?

Takdir olunur ki, bir yazı dilinin kurulması kolay değildir. Hele Oğuzca gibi uzun yüzyıllar konuşma dili olarak süregelmiş bir lehçede bu durum daha da önemlidir. Zamana bağlı tarihî, sosyal ve etnik şartların gerekli kıldığı bir ön hazırlık devresinden geçmesi olağandır. Durumun aydınlanabilmesi için de tarihî olayların seyrine bağlı gelişmeler ile dil tarihinin ortaya koyduğu veriler birlikte değerlendirilmelidir.

Orta Asya’da XI.-XIII. yüzyıllar arasındaki dönemde Karahanlı Türkçesi ortak yazı dili durumunda olduğuna göre, Oğuzların yerleşik ve üstün kültür düzeyindeki şehirli kesimi, ilk yüzyıllarda her hâlde bu yazı dilini benimsemiş olmalıdır. Öte yandan XI-XIII yüzyıllar arasında Oğuzların Orta Asya’nın batı kesiminde geniş bir alana yayıldıkları, geçirdikleri tarihî seyir ve Sirderya boylarında yerleşik Oğuzlar ile göçebe Oğuzların iç içe yaşamış olmaları, gibi hususlar ile Oğuzların kendi lehçe yapısındaki bazı değişme ve gelişmeler dikkate alınınca, XI-XIII. yüzyıllar arasındaki Oğuz Türkçesinin, yerleşik, şehirli Oğuzların aracılık ettiği, Karahanlı Türkçesi ile Oğuzca özellikler arasında olacağını tahmin etmek güç değildir.

6. Bugün elimizde yazılış tarihleri belli veya belli olmayan ve taşıdıkları dil özelliklerine göre XII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIII. yüzyılın ilk yarısına giren birkaç eser vardır. Behçetü’l hadaik, Ali’nin Kıssa-i Yûsuf’u, Kudurî Tercümesi, Kitab-ı Güzîde, Kitabu’l feraiz ve kitaplıklarda henüz yazma hâlinde bulunan bazı eserler gibi. Bilindiği üzere bu eserlerde Eski Anadolu Türkçesinden farklı olarak Oğuzcaya ait dil özellikleri ile Karahanlı yazı diline ait özellikler iç içe girmiş ve olga bolga dili diye adlandırılan bir “karışık dilli eserler” sorunu ortaya çıkmıştır. Bu karışık dilin ne ifade ettiği konusunda da birbirinden farklı iki temel görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan biri, bu türlü eserlerdeki dil karışıklığını bu eserlerin farklı lehçe alanlarına mensup müstensihler tarafından kopya edilmesine veya Horasan’dan göç etmiş göçmenlerin, Doğu Türkçesi ile Batı Türkçesi arasında bocalamalarından kaynaklanan şahsî ve anorganik etkilere bağlayan görüştür. Merhum Reşit Rahmeti Arat ve Sadettin Buluç, biz ve Mustafa Canpolat bu eserlerdeki dilin bir geçiş dönemini temsil ettiği görüşündeyiz (Şeyyat Hamza vb.’nin Doğu Türkçesinde yazılmış şiirlerindeki durumu bununla karıştırmamak gerekir). Ancak böyle bir görüşün geçerlik kazanması, konunun tanıklayıcı örneklere bağlanmasını gerekli kılmaktadır. İşte bu noktada bize Kaşgarlı Mahmud’un Oğuzca için verdiği bilgiler yardımcı olmaktadır.

Karışık dilli eserlerde yer alan özellikler ile Kaşgarlı Mahmud’un Oğuzca için verdiği özelliklerin yan yana getirilmesi, aralarında genel bir ortaklık ve koşutluk olduğunu ortaya koymakta; Oğuzcanın XI.-XIII. yüzyıllar arasında böyle bir geçiş süreci yaşadığını göstermektedir. Şimdi durumu Karahanlı yazı dili ile Eski Anadolu Türkçesi arasında ayraç (kriter) oluşturan bazı özellik ve örneklere dayanarak açıklamaya çalışalım:

1. Kaşgarlı eserinin Oğuzcaya ayırmış olduğu bölümünde, lehçe ve ağız ayrılıklarından söz ederken, “asıl kelimede değişiklik az olur, Değişmeler ancak birtakım harflerin yerine başka harfler gelmesi yahut atılması yüzündendir” (Terc. c. I, s. 30-31) dediğine göre, Oğuzcanın Karahanlı Türkçesine oranla gösterdiği ayrılıkta, ses değişmelerinin ağırlığına işaret etmiş olmalıdır.

O, yaptığı açıklamalarda, her iki kolda ortaklaşan kelime ve şekillere dokunmamıştır. Tahsin Banguoğlu Divan’da Oğuzca diye gösterilen 265 kelime tespit ettiğine göre, bunun dışında pek çok kelimenin her iki lehçede de ortak olduğuna hükmedilebilir. Nitekim Divan’da yer alan on, ün, ögüt, öküz, ülüş, aşuk "topuk kemiği", uluk "eskimiş, yıpranmış, bozuk", erük, ogul, üzüm, āt "ad", āē "aç", üt-, ulaş- vb. pek çok kelime hiçbir kayıt olmadığı hâlde Oğuzca ile ortaklaşan sözlerdir.

2. Divan’da ön sesteki b->m- değişimi açısından, Oğuzca, genellikle b- yanındadır. Kaşgarlı Karahanlı Türkçesindeki men (ben), mün "çorba", mayak "pislik" şekillerine karşı Oğuzca için ben, bün (Div. Terc. I, 31) ve baynak "pislik" (c. III, 175-13) şekillerini vermiştir. Ama buna rağmen, yer yer Oğuzca olarak gösterilen m’li örnekler de vardır. muñar "pınar" (III, 376) gibi. Oğuzca bekleş- ve beklet- fiillerinin açıklaması yapılırken verilen cümleler ol maña at bekleşti "o bana at gözlemekte yardım etti" (II., 203-204), men at beklettim "ben at beklettim" (II, 341) biçimindedir. Yine Oğuzca aşat- fiili için ol maña aş aşattı "o bana yemek yedirdi" (I, 210-4) cümlesi kullanılmıştır. Buna daha başka örnekler de eklenebilir. Esasen Divan’da ses yapısı farklı olmayan kelimeler için bir açıklama yapılmadığına göre bu dönem Oğuzcasında ön seste b-’li kelimeler yanında m-’li kelimelerin varlığını da kabul etmek gerekiyor.

Aynı durum karışık dilli eserler için de söz konusudur. Mustafa Canpolat Behçetü’l-hadaik’ta b->m- açısından m-’li şekillerin baskın olduğunu; ancak, bunun yanında beñ (228-21), beñgü (279-15), beñiz (189-9) gibi b-’li örneklerin de bulunduğunu kaydediyor. Buna m-’li şekiller için men, maña, anuñça (241-3), meñiz (191-1,2), meñgü (163-24) ve meñze- (11-18, 15-2) şekillerini de ekleyebiliriz.

Aynı durum Kudurî Tercümesi için de söz konusudur. Eserde ben (15b-15), benüm (43b-12), beñzer (41b-16), bindürdüñ (60a-10), biñ (65a-2) vb. şekiller yanında men (11b-15), menim (36b-4), munuñ (3b-11), mundan (6b-10), meñzer (5b-10) vb. şekiller de yer almıştır. Ali’nin Kıssa-i Yusuf’unda da bu ikili durum göze çarpmaktadır.

3. Ayırıcı nitelikteki bir başka özellik de ön, iç ve son seslerdeki b>v değişimidir.

Kaşgarlı Mahmud, Karahanlı Türkçesinde b ile f arasında boğumlanan çift dudak w ünsüzünün Oğuzlarda diş-dudak sesi v’ye dönüştüğünü kaydetmiş ve ab>av (I, 31-32) eb-ev (göst y.) örneklerini vermiştir. Eserin başka yerlerinde de Oğuzca kaydıyla tavar “cansız mal” (I, 362), savaş (II, 82), savçı “sözcü” (III, 325), sewük (I, 92), sevün- (III, 153), yavlak “kötü” (III, 43) vb. sözler yer almıştır. Bu durum b>v değişiminin yalnız iç ve son seslerde gerçekleştiğini gösteriyor. Nitekim ön seslerdeki b’ler bar “var”, bar- “varmak”, bar! “git!”, bardım “gittim”, baran “varan” (I, 31, 33, 339), bir- “vermek”, bol- “olmak” (II, 45-47 arası) gibi örnekler ile koruna gelmiştir.

Behçetü’l-hadayık’ta da ön ses b’leri aynı biçimde korunmuştur: bar (128-5, 139-19), bar- (105-12, 158-23), barış- “görüşmek, konuşmak” (29-6); bir- “vermek” (70-4, 116-2) vb. Kudurî Tercümesinde de bar “var” (34a-17), bar- “varmak” (3a-6), barmaga (112a-7), birge “verecek” (8a-12), birsün “versin” (64b-2), bolga “olacak” (53a-15), bolur (93b-11) gibi sözler aynı durumu yansıtmaktadır.

4. Ön seste t->d- değişimi bakımından Divanu Lûgati’t-Türk’le Kudurî Tercümesi ve Behçetü’l- hadaik arasında zaman farkı oranında yine genel bir paralellik gözlenmektedir. Kaşgarlı t->d- değişimi için: “Oğuzlar ile onlara yakın olanlar kelimedeki t- harfini d- harfine çevirirler. Türkler (Karahanlılar) deveye tewey bunlar devey derler” (I, 31-19 ve öt.) diyor. Bu açıklamayı XI yüzyılın ikinci yarısında t->d- değişimi başlamıştı diye değerlendirebiliriz. Ama bunu, Oğuzcada kurallı bir t->d- değişiminin var olduğu biçiminde yorumlamak mümkün değildir. Çünkü, eserde bu değişimin genel durumunu açıklayacak pek çok örnek vardır. t->d- değişimine uğramış dakı “dahi, daha” (II, 195) gibi örnekler bir yana, t- ünsüzünü korumuş ince ve kalın sıradan daha nice örnekle karşılaşılmaktadır. Kaşgarlı tamak “damak”, tamar “damar”, tarıà “darı”, tavar “davar”, tegül “değil” telü “deli”, teñelgüç “dölengeç kuşu”, teriñ “derin”, til “dil”, tokı- “dokunmak”, töl “döl”, tön- “dönmek” vb. ince ve kalın sıradan sözleri de “Oğuzcadır” kaydı ile verdiğine göre t->d- için yaptığı açıklamayı kurallı bir değişim olarak kabule imkân yoktur. Bu ikili durumun, Eski Anadolu Türkçesi yolu ile yer yer bugüne kadar bile uzandığı dikkate alınırsa, bu dönüşümün XI. yüzyılın ikinci yarısında yeni başlamış olduğuna hükmedilebilir.

Kaşgarlı’nın eserindeki ikili durum aynı şekilde d-'li ve t-’li örneklerle Kudurî Tercümesi’nde de görülmektedir: dañ “tan vakti” (15a-2), dart- (32b-3), davar (35b-14), dapu “hizmet” (78b-2), danuk (10b-3,8), daşı- (39a-13), dürlü (40a-10), dükel (25b-7), delü (21a-3); taà (6a-1), ti- (45a-9), tört (7a-16), taş (9b-1), tanuk (62b-14) tavar (46b-12) vb.

t->d- değişimindeki zaman farkının getirdiği gelişmeler dolayısıyla Behçetü’l-hadaik’ta Türk ve tümen kelimeleri dışında ince sıradan kelimelerde d-‘li biçimin yaygın olduğu; kalın sıradan kelimelerde de ikili durum bulunduğu belirtiliyor.

5. Karahanlı Türkçesi ile Oğuz Türkçesini birbirinden ayıran önemli ayraçlardan biri de ek ve hece başlarındaki à/g ünsüzleri ile birden fazla heceli kelimelerin sonlarındaki à/g ünsüzlerinin durumudur. Kaşgarlı à/g değişmesi ile ilgili olarak çumàuk>çumuk “ala karga”, tamàak “damak”, tavışàan>tavşan, baraàan>baran “varan, varıcı”, uraàan>uran “vuran” örneklerini vermiştir. (C. I-33). Eserin başka yerlerinde baràan, uràan, kuràan, kakılàan, sokulàan, ayıà (I-79), satàaş- “karşılaşmak” (II, 169), tuàrak “tuğra” (I, 385), yazıàçı “yazıcı, postacı” (II, 55) vb. örneklerin de verilmiş olması, g düşmesi olayının bu devirde başlamış; ancak, tamamlanmamış olduğunu gösteriyor. Bilindiği gibi bu olayın tamamlanması XIII. yüzyıl sonlarındadır. Kudurî Tercümesi'nde de g ünsüzünün belirtilen yerlerde ve yerge (6b-7), erge “ere” (61b-6), kılàa “kılacak, kılsın, kılmalıdır”, bolàa (61b-10) bizge (61b-5) arıà “temiz” (1b-8) yatsıà “yatsı vakti” (14a-6), batıà (64b-16) örneklerinde korunmuş; dapu “hizmet” (78b-2), dürlü “türlü” (40a-10), úamu (15a-16) ulu (27b-5), biren “veren” (54a-3) başlu (86a-5), yazuklu “günahkâr” (108b-2) vb. örneklerde de düşmüş olması, genellikle Divan’a koşut bir durumu ortaya koymaktadır. Behçetü’l-hadaik’ta da uluà (132-14), úapuà (82-14), tapuà (294-17), yalàan (30a-9), boràu “boru” (113-4), eygü (31-8), körgemen (243-8), uràalar "vuracaklar"(54-10), ölgesi “ölecek” (311-19), kurtaràa “kurtaracak” (327-13), yatàasın (116-8) gibi g’li örneklere rağmen zamanın getirdiği gelişme dolayısıyla Oğuzca özelliği baskın durumdadır. Karışık dilli eserlere olga bolga dili denmesinin sebebi de ek başı g’lerinin Eski Anadolu Türkçesine göre gösterdiği bu ayrıcalıktır.

6. Kaşgarlı’nın verdiği bilgiye göre XI yüzyıl sonlarında Oğuzlarda ê>y değşimi iêiş “tas, bardak, tencere” (I, 61, 62) aêruk (I, 98) gibi bir iki istisna dışında tamamlanmış sayılabilir. Durum ayaà “ayak” (65a-9), ayàır (541b-11), ayır- (23a-7), ayru (27a-7), uyu- (84a-8) gibi örneklerle Kudurî’de de aynıdır. Behçet’de de iêi “Tanrı” ve boêak “boya” sözleri dışında y’li şekiller hâkimdir.

Aynı durum şekil bilgisi özellikleri için de söz konusudur. Yukarıda sıralanan özellikler konuyu aydınlatacak yeterlikte olduğu için daha fazla örnek vermeyi gereksiz sayıyoruz.

Bizim vaktiyle Selçuklu Oğuzcası veya Doğu Oğuzcası, G. Doerfer’in de Doğu Selçukçası diye adlandırdığı bu karışık dilli dönem, Oğuz Türklerinin Anadolu bölgesinde bağımsız olarak yerleştikten sonra kendi lehçelerine ait özellikleri konuşma dilinden yazı diline aktarmaları ile durulmaya başlamıştır. Bu durulma eski yazı dilinden gelme özelliklerin körleşmesi ve Oğuz lehçesine ait özelliklerin yoğunlaşması biçiminde kendini göstermiştir. Dolayısıyla XIV. yüzyıldan başlayarak artık Oğuz Türkçesinde tarihî gelişme sürecinin üçüncü dönemine geçilmiş bulunmaktadır. Hatta XV. yüzyılda “olga bolga” dilindeki eserlerin Anadolu’da iyice yadırganır olduğunu, Muhammed Baydur’un, Kitâb-ı Güzîde’yi “aydın ve ruşen Türki’ye aktarırken” düştüğü kayıttan anlıyoruz.

Yukarıdan beri yapılan açıklamalar ortaya koymuştur ki, Oğuz Türkçesi XI-XIII. yüzyıllar arasında karışık dilli bir geçiş dönemi yaşamıştır. Bu dönemin dilinde kendini gösteren özellikler, bazı dilcilerimizin sandığı gibi sırf eserlerin istinsah yeri ayrılıklarından veya kişisel ağız yapılarından gelen anorganik özellikler değildir. Belki bir dereceye kadar bu türlü etkenler de söz konusu olabilir. Ama, bizce esas itibarıyla o günün tarihî ve sosyal şartlarının oluşturduğu belirleyici organik özelliklerdir. Bu konuda, Divanu Lügâti’t-Türk’e dayanarak yapılan karşılaştırmalar, durumu çok daha sağlıklı bir biçimde ortaya koymakta ve öteki ihtimalleri bizce dayanıksız bırakmaktadır. Oğuz Türkçesinin tarihî gelişme sürecinin tespitinde bir anahtar vazifesi gören ve bir dönüm noktası oluşturan bu değerli bilgiler için Kaşgarlı’ya ne kadar teşekkür etsek azdır. Onun aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyor ve sözlerimizi ruhu şad olsun diyerek bitiriyoruz.

DİL, İLETİŞİM, DİLİN İŞLEVLERİ

DİL VE İLETİŞİM • İnsan dil yetisine sahip bir varlıktır. • Dil yetisi çevresinde iletişim etkinliği gerçekleşmeye başlar. • İletişim anlaşmayı sağlamak için gerçekleşir. • İşaretle anlatmadan sembollerle anlatmaya geçiş için zamana ihtiyaç vardır. • Dille gerçekleştirilen iletişim, diğer araçlarla gerçekleştirilenden çok daha kullanışlıdır. • Günümüzde de insanların dil dışında araçlar yardımıyla da anlaşabilmektedir. • İletişim tablosunda; gönderici, alıcı, ileti, bağlam, kanal, iletilen objenin/kavram (gönderge) ve şifre durumundaki dil yer alır. İLETİŞİM TABLOSU • İleti, dilin göndergeyi olduğu gibi ifade etmesi amacıyla düzenlenerek oluşturulmuşsa dilin “göndergesel işlev”de kullanılır. (ÖRNEK: Hegel’in felsefesinin çıkış noktası bilim değil,tarihtir.) • İleti, göndericinin iletinin konusu karşısındaki duygu ve heyecanlarını dile getirme amacıyla oluşturulmuşsa dil “heyecana bağlı işlev”de kullanılır. (ÖRNEK:Böyle olacağını tahmin ediyordum;gerçekten çok üzüldüm.) • İleti, alıcıyı harekete geçirmek üzere düzenlenmişse dil “alıcıyı harekete geçirme işlevi”nde kullanılır. (ÖRNEK: Hemen buradan gidelim.) • İleti, kanalın iletiyi iletmeye uygun olup olmadığını öğrenmek amacıyla düzenlenmişse “kanalı kontrol işlevi”nde kullanılmıştır. (ÖRNEK: Beni anladınız değil mi?) • İleti, dille ilgili bilgiler vermek üzere düzenlenmişse “dil ötesi işlev”de (ÖRNEK: Fiil cümledeki işi,oluşu,hareketi bildirir.) • Ve iletinin iletisi kendinde ise dil “şiirsel işlevi”nde (Poetik) kullanılır.(ÖRNEK: Bir garip ölmüş diyeler/Üç günden sonra duyalar/Soğuk suyla yuğalar/Şöyle garip bencileyin.) • Edebî metinlerde, şiirsel işlevinin hakimiyetinde dilin diğer işlevleri de kullanılır. • Bazı metinlerde, birkaç işlev birlikte kullanılabilir. • Dil “şiirsel işlevi”nde kullanıldığında iletinin iletmek istediği husus, iletinin kendisinde aranmalıdır. Bu durumda ileti kendi dışında herhangi bir şeyi, herhangi bir olguyu ifade etmez, yansıtmaz. • Obje iletinin kendisidir. Ancak bu, iletinin insandan, hayattan ve yaşanılan dünyadan soyutlanması değildir. Burada sanata özgü gerçeklik vardır. • Kelimeler farklı ortamlarda değişik anlamlar ifade edecek şekilde kullanılabilir. Bu kullanımlara BAĞLAM adı verilir. • Kendi dışında başka bir şeyi gösteren,düşündüren onun yerini alabilen nesne,görünüş ve olgular GÖSTERGEdir. Örn.: Ülkelerin bayrakları,onların bağımsızlıklarının göstergesidir. • Örneğin ‘’sonbahar’’ kelimesinin yaşlılar için ve gençler için iki ayrı göstergesi vardır: Yaşlılar  sonbahar  anılar Gençler  sonbahar yaz tatilinin bitişi • Nesneler ve kavramlar, ses simgeleri ile gösterilir. k-i-l-i-t n-o-t-a

Oğuz Kağan Destanı

1)Oğuz Kağan Destanı'nda olağanüstü ögeler nelerdir?
2)Oğuz Kağan Destanı'nda olağanüstü ögelerin fazlaca kullanılmasının sebebi nedir?
3)Oğuz Kağan Destanı'nda geçmişi yansıtan ve geleceğe yansıyan unsurlar nelerdir?
4)Oğuz Kağan Destanı kim tarafından anlatılmaktadır?


1.Oğuz Kağan'ın 40 gün içinde büyümesi,Pişmemiş etler istemesi,bir gergedanı avlaması,gökyüzünden bir ışığın inip ortasında bir kızın oturması,Oğuz Kağan'ın bir erkek kurt ile konuşması,vs.
2.Oğuz Kağan büyük bir liderdir.İnsanlar Oğuz Kağan'ın yaptığı başarıları yüceltmek için olağanüstü olaylarla yine Oğuz Kağan'ın başarılarını anlatmak istemiş olabilirler.(O dönemde insanlar gerçekçi düşünemdikleri için yaşadıkları olayları olağanüstü şeylere bağlama eğilimindedirler.)
3.Dede Korkut

nedim'in gazeli

bir nim neşe say bu cihanın baharını
bir sagar-ı keşideye tut lalezarını

bir dem mi var ki ah ederek anmaya gönül
ey serv-kad seninle geçen rüzgarını

şevk-ı tamam vade-i ferdayı dinlemez
reşk ana kim cihanda bugün buldu yarını

iran-zemine tuhfemiz olsun bu nev-gazel
irgürsün ısfahan'a sitanbul diyarını

düşmen ne denlü saht ise de şad ol ey nedim
seng üzre gösterür zer-i kamil ayarını


Gazelde İstanbul'un güzelliği, diğer şehirlerden üstünlüğü anlatılmıştır. İstanbul güzel bir kadına benzetilmiştir.

Metinlerin sınıflandırılması

Metinler edebi metinler ve edebi olmayan metinler şeklinde iki gruba ayrılabilir. Bizi ilgilendiren edebi metinlerdir.
Edebi metinler; düz yazı şeklinde oluşmuş edebi metinler ve nazım (şiir) şeklinde oluşmuş edebi metinler olarak iki ana gruba ayrılabilir.
Düz yazı şeklinde oluşmuş edebi metinler; olay bildiren edebi metinler ve düşünce bildirin edebi metinler şeklinde iki ana gruba ayrılabilir.
Olay bildiren edebi metinler; roman, hikaye, masal ...
Düşünce bildiren edebi metinler; makale, deneme, fıkra ...

Ziya Osman SABA

Bütün saadetler mümkündür...

Şu kapının açılması,
İçeri girivermen,
Bahar,kuşlar,gündüz
Ve bütün dünya
Bir an içinde gürültüsüz.

Bütün saadetler mümkündür..
Bahtsızların biraz gülümsemesi...
Körleringün görmesi,
Mümkündür bütün mucizeler..
Ana,baba,evlat,bütün kaybolanlar...
Edebi bir sabahta buluşmamız bir daha.

Ölüler!Hepimiz için yalvarın Allah'a...



Dünyadaki tüm canlıların mutlu olmasının mümkün olduğundan bahsediyor şair.
Yanlış anlamadıysam tüm insanların bir gün (bu öbür dünya da olsa) mutlaka buluşacaklarından, buluşmanın mutluluğunu tadacaklarından bahsediyor.

Aruz ölçüsü,kısa ve uzun(açık kapalı)

aruz ölçüsü,kısa ve uzun(açık kapalı) hecelerin belli bir düzen içinde sıralanmasına dayanır.açık/kısa heceler'.'ile,kapalı/uzun heceler'-'ile gösterilir.dizelerin son heceleri daima kapalı kabul edilir.aşağıdaki dizelerin altındaki parantezin içine(.)veya(-) son dizedeki ulamayı dikkate alarak yerleştiriniz.

dinle neyden kim hikayet itmede
(-)(.)(-)(-)(-)(.)(-)(-)(-)(.)(-)
ayrılıklardan şikayet itmede'
()()()()()()()()()()()
ney virür bir rah-ı pür-hundan haber
()()()()()()()()()()()
aşk-ı Mecnun kıssasının takrir ider
()()()()()()()()()()()


ay rı lık lar dan şi kâ yet it me de'
(-)(.)(-) (-) (-) (.)(-)(-) (-)(.)(-)(son heceler hep çizgi olur)
ney vi rür bir râh-ı pür-hundan haber
(-) (.)(-) (-) (-)(.) (-) (-)(-) (.)(-)
aşk-ı Mecnun kıs sa sı nın tak ri r i der
(-)(.) (-)(-) (-) (.)(.)(-) (-) (.) (.) (-)

Şeyhülislam Yahya ( gazel)

Sun sagarı sakı bana mestane disünler
Uslanmadı gitdi gör o divane disünler

Peymanesini her kişi doldurmada bunda
Şimden gerü bu meclise mey-hane disünler

Dil hanesi yık koma taş üstine bir taş
Sen yap anı eller ana vırane disünler

Gönlünde senün gyr u siva sureti neyler
Layık mı bu kim kabeye büthane disünler

Yahyanın olup sözleri hep sırr-ı muhabbet
Yaran işidüp söyleme yabane disünler


Günümüz Türkçesi ile
Sun kadehi saki bana mestane desinler
Uslanmadı gitti gör o divane desinler

Kadehini burada doldurmada her kişi
Bundan böyle bu meclise meyhane desinler

Gönül evini yık koma taş üstüne bir taş
Sen yap onu eller ona virane desinler

Gönlünde başkasının sureti neye yarar
Reva mıdır Kabe ye puthane desinler

Yahya'nın sözleri hep olsun da bir aşk sırrı
Dostlar duyup başkasına söyleme desinler

Dil içi çeviri: Ahmet Necdet

Bir şiiri kendinden önceki şiir gelenekleriyle nasıl ilişkilendirebiliriz?

Soru:
1.bir şiiri kendinden önceki şiir gelenekleriyle nasıl ilişkilendirebiliriz
2.türkülerde dualarda benim mübarek dilim
hala benim güzelliğim üsküpte eskimeyen
kubbelerde sütunlarda benim emeğim
evlad-ı fatihan mezarlarında
gördüm asırlarca dipdiri yatan benim
yukarıdaki dizelerde kültür ve uygarlığımızın izleri nasıl yansıtılımıştır
3.''yarin dudağından getirilmiş/bir katre alevdir bu karanfil'' ve ''Ve benzememesi/bir motorlu kıtanın bir karanfile'' dizelerinden yola çıkarak iki farklı sanat anlayışını yansıtan karanfil adlı şiirlerin yazıldıkları dönemlerin sanat anlayışlarıla ilgili neler söylenebilir

Cevap:
1. Her şair devrinin edebi geleneklerinden az ya da çok etkilenmiştir. Yazılan şiirleri incelediğimizde Türk şiir geleneklerinden birinin izini mutlaka görürüz.
2. Kültür ve uygarlığımızın izleri edebi bir dille anlatılmıştır. Şiirde baktığımızda mimari özelliklerden, dinsel özelliklerden, musiki özelliklerinden bahsedildiğini görmekteyiz.
3. ''yarin dudağından getirilmiş/bir katre alevdir bu karanfil'' dizelerine baktığımızda karanfilin aşk temasına katkısını görmekteyiz. Demek ki bu dizelerin ait olduğu edebi gelenek "Sanat, sanat içindir" görüşünü savunmaktadır.
''Ve benzememesi/bir motorlu kıtanın bir karanfile'' dizelerine baktığımızda şairin karanfili toplumsal bir temada kullandığını görmekteyiz. Bu edebi gelenek de "sanat, toplum içindir" görüşünü savunmaktadır.

"Sinan'ın Gizli Eseri" sarayda tanıtıldı

Bosna-Hersekli yazar Mirsad Sinanoviç’in, Leyla ile Mecnun Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılan “Sinan’ın Gizli Eseri” adlı romanı, Topkapı Sarayı’nda düzenlenen toplantıyla tanıtıldı.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde fethedilen Foça (Hotça) kentinde, dönemin defterdarı hayırsever Hasan Nazir tarafından yaptırılan Alaca Camii’nin yapımı etrafında gelişen romanın tanıtım toplantısında konuşan yazar Mirsad Sinanoviç, 1992’de Sırplar tarafından yıkılan camiyi edebi olarak yeniden ayağa kaldırdıklarını söyledi.

Dünyada İki Haftada Bir Dil Ölüyor

Tehlikedeki Diller için Yaşayan Lisanlar Enstitüsü ve National Geographic Society tarafından yapılan açıklamada, dünyada şu anda 7 bin civarında dilin konuşulduğu ve bunlardan birinin iki haftada bir öldüğü belirtilerek, dillerin bazı bitki ve hayvan türlerinden daha fazla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu kaydedildi. Dillerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu dünyadaki 5 noktayı açıklayan araştırmacılar, dillerle birlikte bilgilerin de yok olduğu uyarısında bulundu. Dilbilim uzmanları, şu an konuşulmakta olan 7 bin dilin yarısının artık yazılmadığını belirterek, lisanların, toplumların konuştukları dilin artık bir ayak bağı haline geldiğini düşünmeleriyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı uyarısında bulundu. Dünyada şu anda yaygın olarak konuşulmakta olan 83 dilin dünya nüfusunun yüzde 80’i tarafından kullanılmakta olduğunu belirten dilbilimciler, ancak 3 bin 500 küçük dilin dünya nüfusunun sadece yüzde 0,2’si tarafından konuşulmakta olduğunu kaydetti. Uzmanların açıklamasına göre, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan diller listesi: Kuzey Avustralya, 153 lisan Ortagüney Amerika ile Ekvator, Kolombiya, Peru, Brezilya ve Bolivya, 113 lisan Kuzeybatı Pasifik Platosu, Kanada’daki Britanya Kolombiyası, ABD’nin Washington ve Oregon eyaletleri, 54 lisan Doğu Sibirya, Rusya, Çin ve Japonya, 23 lisan Oklahoma ve New Mexico, 40 lisan.